Geçtiğimiz günlerde CHP heyetinin gerçekleştirdiği malum ev ziyareti doğal olarak belli çevreler içerisinde bir süre gündem haline geldi. Özellikle bu ziyaretin Maraş Katliamının 42’nci yılında gerçekleştirilmesi meseleyi daha da tartışmalı bir hale getirdi. Şahsen CHP’nin böyle bir ziyarette bulunmasına çok şaşırdığımı söyleyemem. Bende şaşkınlık yaratan şeyin kendisi, sadece ziyaretin Maraş Katliamı anmalarının yapıldığı güne denk gelmesinden dolayı kırılanlar ve bu kırgınlıkla yapılan eleştirilere CHP sözcüsünün verdiği yanıtlar oldu. Örneğin bu ziyaret 19 Aralık tarihinde değil de başka bir tarihte yapılsaydı ziyaretin incittiği yurttaşlar bu ziyarete bir tepki göstermeyecek miydi diye düşünüyorum kendi kendime. Bu ülkede sağın geçmişten bugüne dek coğrafyanın her köşesinde yarattığı bir acı ve tahribat varken verilmesi gereken tepki tek başına bu ziyaret ya da ziyaretin tarihi mi olmalı? Yoksa, politik olarak sağa yaslanan bir siyasi hattın, kendisine sağı referans alan bir pratiğin, çoğu zaman sağdan beslenen bir propaganda dilinin ve ne sebeple olursa olsun sol ile kurulamayan ilişkinin sağ ile rahatlıkla kurulabiliyor oluşunun mu şimdiye kadar eleştirilmesi gerekiyordu? Tekrar ediyorum, CHP’nin yukarıda saydığım türden bir çizgide açığa çıkan hamlelerini eleştirmiyorum. CHP tabanında sol duygulara sahip olan geniş bir kesimin en azından bir kısmının bunlara şaşırmayıp da geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ziyarete şaşırmasına şaşırıyorum.

Siyasal alanda yürütülen tartışmalarda ekseriyetle kimin daha milliyetçi olduğu üzerinden puan toplamaya çalışılan bir dönemden geçiyoruz. Öyle ya milliyetçilik her dönem geçer akçe. Bu arada söz konusu ziyarete tepkiler gelmeye başlayınca CHP sözcüsünün yaptığı açıklamanın, aslı itibariyle  ziyaretin kendisinden daha fazla eleştiriyi hak ettiğini düşünüyorum. Ne demişti Öztrak konuşmasının bir bölümde; “bu eleştirileri yapanlar Hacı Bektaş’tan, Yunus Emre’den, Mevlana’dan hiçbir şey anlamamış demektir”. Yavuz siyasetçi vatandaşı bastırmış oldu böylelikle. Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da canı yananlar, bu ülkede her acıdan nasibini alanlar eğer Mevlana’yı, Yunus’u, Hacı Bektaş’ı anlamış olsaydı, bu mesele de bu kadar tartışmalı bir hale gelmeyecekti yani, öyle mi? Halk arasında yaygın olarak Mevlana’ya atfedilen “Ne olursan ol yine gel” düsturunu “kim olursa olsun yanına git, her şeyi unut, geçmişi unut, yine de git” şeklinde yorumlayınca,  eleştiri yapan yurttaşların bir şeyleri anlamamış olduğuna kendini inandırmaktan başka bir sığınağı da kalmıyor insanın.   

O yanıta söylenecek fazlasıyla şey var ama çok uzatmadan sadece bir ikisini söylesek yeter herhalde. O iş öyle çok da sizin dediğiniz gibi değil Faik Bey. O bir şeyleri anlamadığını iddia ettiğiniz insanlar Anadolu hümanizminin temsilcilerinden Mevlana’yı anlamıştır, hiç şüpheniz olmasın. Yunus Emre’yi bilir her biri, Hacı Bektaş’ın yolunda yanmıştır, yıkılmıştır zaten kimisi. Hatta o insanlar Dadaloğlu’nu da anlamıştır mesela, Nesimi’yi de. Mahzuni’nin sazındaki sızı her birinin yüreğine sığınmıştır. Neşet’in derdiyle dertlenmiştir o insanlar. Yani sizin tahminlerinizden daha ötesini anlamıştır aslında her biri. O insanlar için anlaşılmaz olan şey, durup durup dümeni sağa kırmanın ta kendisidir. Asıl anlaşılması gerekip de anlaşılmayanları durduğunuz yerden görmeniz mümkün olmayabilir. Herkes hayata kendi bulunduğu yerden bakar çünkü. Bu yüzden de kendinizi, canından can giden, kentlerinden sürgün edilen, sistematik olarak asimilasyona maruz kalan, yoksullaştırılan, yok sayılan insanların bir şeyleri anlamadığına ikna etmiş olabilirsiniz. Ama bu arada insanların sizden beklentisinin siyasetin sağını toparlamanız olmadığına da ikna olmalısınız. Mümkünse Ekmelettin faciasından bir ders çıkarmalısınız. Bir de şunun farkında olmalısınız;

Ziyaretin kısası makbuldür derler ama bazı ziyaretlerin hiç olmaması daha makbuldür.