Merhaba Şükrü Bey,

Sokağın başına her gelişimde erken erken gitmeleriniz düşüyor aklıma. Bir dergiydi (“BatıSöz”dü) o aralar ardı sıra koştuğum, yazı istemiştim sizden de. Zamanında ulaştırmıştınız. Dergiyi ulaştırmak da bana düşmüştü işte. Telefon edip alınca evin tarifini çok yakın oturduğumuzu fark etmiş, onca “Yorulmayın buraya kadar!” ısrarınıza boş verip yola düşmüştüm. Daha sonraları çok indim o yokuşu ama bir kez çıktım. Öyle ciddi ve inatçı...

“Dergi için yorulur mu insan buraya kadar. Alırdım bir yerlerden...” inceliğinizi de o ören yerlerinde, kazı alanlarında konuklarınızı çıkardığınız tadına doyulmaz/ unutulmaz yolculukları da unutmadım. Ondandır belki de sokağın başına her gelişimde sizi anımsamalarım.

Kasımın son günleriydi. Alpaslan abinin (evet, Dr. Alpaslan Bilen’in) bir dosyasını, “Öldürmeyen Yemekler Kitabı”nı yayıma hazırladım.

Öldürmeyen Yemekler” adıyla çıkan ilk baskısını illa ki imzalamıştır size. Hatta el yazısıyla notlarını/, karalamalarını da görmüşsünüzdür.

Kitabın, “Denemeler” bölümünde, “Balıklı Enginar” başlığını görünce şöyle bir duraladım. Enginarı severim, balığı da... İkisinin buluşmasını düşündüm bir süre. Sonra bakalım nasıl bir şeymiş hevesiyle yazılanları okumaya koyuldum:

Bu yemek belki çok eskilerde yapılmış olabilir ama Arkeolog Şükrü Tül’le benim uydurmalarımız sonucu on beş yıl evvel icat olunmuştur.

Onca arkeolojik alanda, onlara ilişkin yazılanların satır aralarında yeni keşifler peşinde koşan bir arkeologun yeni icatların içinde olması da merakının, çalışmasının bir parçasıydı sanki.

Dosyadan kafamı kaldırdım, şu yeni icadın ayrıntıları üzerinde çalışırken hayal ettim sizi. Kırda yemek pişirmenin, sofra kurmanın, börtü böceğin cıvıltılısını, ağaçların kendi aralarında fısıldaşmalarını, tatlı esen yelin kokusunu o lezzetlere katmanın hazzı benim için de hep vazgeçilmez olmuştur.

Yemeğin tadını aradım sonra... Biliyor musunuz, buldum da! Sizin sokağın yokuş başına kurdum sofrayı...

Döndüm dosyaya! “Balıklı Enginar”a!

Ne güzel anlatmış Alpaslan abi:

Denenmiştir. Çok beğenilip tutulmuştur. Yüzlerce kez yapılmıştır.

Kış aylarında, İzmir’in Karaburun ilçesinde, bu yemeğin tadını alanlara turistik turlar yaptırılmaktadır.

Dosyayı bir süre, öylece, yüzüstü bıraktım.

***

Kimileri “taş parçası” zannetse de ören yerlerini görmeyi, oralarda dolaşmayı severim. Hele bir de sizin gibi bir anlatanı, efsane anlatıcını bulmuşsam... Yüzyılların ötesinden çıkıp gelenler birer destana dönüşür benim için. Ah, ne Balıkçıyı dinleyebildim ne de Musa Baran’ı... Neyse ki siz vardınız, bir de Şadan Gökovalı ne ki epeyce bir zamandır anlatamıyor oluşu sizin erken gidişiniz kadar üzer beni.

Birkaç ay oldu olmadı, Fahri Işık, Karabağlar Muzaffer İzgü Salonunda, “Uygarlık Anadolu’dan Doğdu” başlıklı kapsamlı bir konuşma yaptı. Daha salona girerken “Şükrü Tül burada olsaydı...” diye hayıflandım kendi kendime, dostlarla...

Sizin yazdıklarınız; Ekrem Akurgal, Bilge Umar, Ersin Doğer, Ahmet Uhri ve daha başka dostların yazdıkları büyük bir varsıllığın üstünde oturduğumuzu yeniden yeniden koyuyor önümüze. Biz (yönetenler) ne yapıyoruz! Tarım alanlarımız gibi tarihten kalıt, yarından ödünç değerleri de betona teslim ediyoruz. Yok, azalmak ne söz; ören yerlerimize yönelik her geçen gün daha yeni ve büyük saldırılarla karşılaşıyoruz. Oysa hepsine Şükrü Bey’in “Tül”ünü örtmek vardı!

Sizin de iyi bildiğiniz ve güzel anlattığınız yörelerimizden Bergama’nın önceki belediye başkanlarından Sefa Taşkın, Anadolu’nun kadim halkları “Luviler” üzerine çalışmalarının verimlerini (İlk cildini görmüş olmalısınız!) dört ciltte topladı. Sanırım yenilerini de ekleyecek bu dört cilde.

Luviler”i (kimi başka yapıtları) okurken düştü aklıma: arkeolojik kazıları aslında yalnızca ören yerlerinde yapmak yetmez, dilde de sürdürmeliyiz bu aramaları... Dilimiz, dillerimiz de (“terbiye” etmelerimiz bir yana) toprağın sakladıklarını sunuyor bize. Biliyorum, bunları da barındırırdı o incelikli anlatılarınız!

Dostlardan açtık sözü, noktayı da öyle koyalım isterim.

Başka bir güzel dostunuz, benim de arkadaşım sevgili Nedim Atilla’nın size, “Beyefendi” diye seslendiği yazısında okudum:

Şadan Gökovalı diyor ki: ‘Anı, yaşanan olaylardan belleğin sakladığı iz olduğuna göre Şükrü Tül uzun süre unutulmayacak.’ Başka söze gerek var mı Beyefendi!
........................

Şükrü Tül (arkeolog, yazar, gezi rehberi/ 24 Mayıs 1956-13 Mart 2015)

Batı Söz”, 2008-2013 arasında, İzmir’de, Batı Radyo bünyesinde yayımlanan “radyo ve kent kültürü dergisi”

Öldürmeyen Yemekler Kitabı”, Dr. Alpaslan Bilen’, Pagos Yayınları 2020, İzmir

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı