Türkiye’de basın özgürlüğünde sorunlar yaşanmaya devam ederken basın ve özgürlük kelimeleri birbirine daha da yabancılaşıyor

Daha önceki yıllarda da olduğu gibi 2020 yılında da basına yönelik sansür gizlenemez bir hal alırken gazetecilere yönelik suçlamalar, fiziksel şiddetler, gözaltı kararları ve tutuklamalar artık bambaşka bir boyuta ulaşarak özel hayatın deşifre edilmesine kadar gidebiliyor.

Henüz, Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç’ın, Murat Ağırel’in tutuklanmalarının sebebini anlayamamışken geçtiğimiz günlerde OdaTV’nin Ankara Temsilcisi Müyesser Yıldız’ın “askeri casusluk” iddiasıyla gözaltına alınması, ardından “gizli kalması gereken bilgileri açıklama” suçundan haksız ve sebepsiz yere tutuklanması…

Üç milletvekilinin, milletvekillikleri düşürüldükten sonra HDP’nin başlatmış olduğu Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü’nün gündeme alındığı tartışma programlarında HDP’yi temsil eden kimsenin yer almaması eleştirilince “Burası özel sektör” diyerek yayın politikası savunuculuğu yaptırılması…

Ve son olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Trabzon böyle yükseliş görmedi” haberinden dolayı Sözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk üzerinden bütün gazetecileri hakarete varan ifadelerle hedef göstermesi…

Sadece Haziran ayı içerisinde yaşanan bu üç olay Türkiye’de basının ve gazetecilik mesleğinin nasıl bir çıkmaza sürüklendiği ve ne kadar tehlikede olduğu konusunda önemli mesajlar içeriyor.

“Gazetecilik” sözcüğünün içi boşaltılıyor

Peki yaşanan bu olaylar sonucu basın özgürlüğü için ortaya çıkan tablo ne mi?

Esasında Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın yayınladığı verilere bakarak bunu rahatlıkla anlayabiliriz. 79 gazeteci ve medya çalışanı tutuklu durumdayken, gazetecilere yönelik tüm baskı da gün yüzüne çıkıyor.

Sansür ve oto-sansür düzeni gün geçtikçe kendini daha sık belli ediyor, iktidarın sözcüsü haline getirilen medya organları topluma nefreti, kini ve ayrımcılığı aşılıyor.

Basın özgürlüğü görünmez bir hale gelirken gerçek gazeteciler tek sesli medya düzeninde işlerini rahatça yapamıyor hatta yaşadıkları baskı dolayısıyla mesleklerini bırakmak zorunda kalıyorlar.

Tüm bu baskı ve sansürün egemen olduğu düzende bağımsız yayın yapmaya çalışan medya organları çeşitli cezalarla ve engellemelerle mücadele ederken zaman zaman da kapatılarak kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Gazetecilerin ve basın mensuplarının sendikalılaşmaları engellenerek temel hakları ellerinden alınıyor.

Yani gazetecilik mesleğinin ilkeleri ayaklar altına alınıyor ve gazeteci kimliği itibarsızlaştırılıyor, içi boşaltılıyor.

Bu tablonun daha ne kadar kötüleşeceği ve nereye gideceği bilinmese de üç maymunu oynayanları görüyoruz; basın özgürlüğünün çığlıklarının duyulmasının istenmediğini çok iyi biliyoruz:

“Sesimi duyan var mı?”