Barış sözcüğü, biliyorum önceki başlıklar ‘incipit’ ya da ‘mündemiç’ kadar ilgi uyandırmayacak. Yeni ne söylenebilir ki! Yine de geçen hafta verdiğimiz sözü tutalım ki BARIŞ, hiç olmazsa bu köşede ‘başka bahara’ kalmasın.

İnsanlık tarihinin en kıyıcı savaşları 20. yüzyıla damga vurdu. Savaş giderek daha kötücül araçlarıyla can almaya kesintisiz devam ediyor. Kan ve şiddet yılgını halkları, savaşın meşruiyetine ve mecburiyetine inandırmak daha zor. Bin türlü yalan, düzmece, oldu-bitti gerekiyor. Artık barışçı olmayanlar bile -pek az istisna dışında- ona karşı değilmiş gibi görünme çabasında.

Barış, iyi düşünceler uyandıran ama bir türlü kurulamayan; kutlu, pozitif değerler yüklü, soyut bir kavram. Burada barış ve belediye ilişkisi üzerine birkaç söz ve anı paylaşmakla yetineyim.

Ohrid 1991

Bir yanda savaş, bir yanda muhteşem bir göl ve onun kenti Ohrid. İnsan Hakları ve Barış üzerine herkesi buluşturan bir toplantı.

Üç kişiydiler. Dans eden, şarkı söyleyen, gürültülü kalabalığın arasında, hiç kalkmadan, hiç konuşmadan, hiç gülmeden, masalarına eğilmiş, sadece içerek öylece oturuyorlardı… Ertesi gün biri kürsüde konuşmasa, belediye başkanı olduklarını anlamayacaktım. Bosnalı-Boşnak olduklarını da.

Kürsüdeki belediye başkanı, iç savaşın yıkımını anlattı. “Kışa giriyoruz. Şehrimin suları akmıyor. Fırınlar çalışmıyor; evlerin camları kırık, çatıları uçmuş... Çocuklarım soğuktan ve açlıktan kırılacaklar!"

Acısı kanıyordu…

Subotica

Subotica da Ohrid gibi Yugoslavya’da bir kent. Kuzey sınırında, nüfusunun üçte biri Sırp, üçte biri Hırvat, üçte biri de Macar, kalanı da 14 farklı etnisiteden. Subotica Belediye Meclisi; “Etnik kimliğine bakılmaksızın ve ayırım yapılmaksızın, herkesin güvenliğinin kendi teminatları altında olduğunu, savaş ve şiddetin kentteki yaşamı tehdit etmesine izin verilmeyeceği” kararı almıştı!

Subotica’nın nüfus dokusu ve coğrafi konumu, kararın alınabilmesine olanak sağlamış olabilir. Savaşın sonucu ne olursa olsun alınan Meclis Kararının anlamını gölgelemez. Aslolan öyle bir ortamda böyle bir sorumluluğu üstlenebilmek ve güvencesi olabilmektir.

İki olay da olağandışı durumlarda, belediyelerin sıradan görevlerini çok aşan ve öteleyemeyecekleri görevlerle yüz yüze geleceğini anlatır. Kriz dönemlerinin öncesinde, esnasında ve sonrasında yapılması gereken çok iş vardır. Merkezi yönetimin erişimini bekleyecek zaman da olmayabilir.

Can ise söz konusu olan, sorumluluk, yasallık aramaz. Vicdan ve feryat yön verir.

Belediye, Barış, Demokrasi birbirine içkindir

Ülke yönetimlerinin istemediği barış kurulamaz. Barış kimi zaman ülke yönetimleri istese de kurulamaz! Barış için dünyanın, ülkenin ve toplumun hazırlanması gerekir. Bir arada yaşamanın kurallarının içselleştirilmesi, uzlaşma, hoşgörü ve dayanışma kültürünün olgunlaşması, barışın ayaklarını yere sağlam bastırmak için şarttır.

Olağan dönemlerde olduğu kadar olağandışı dönemlerde de belediye; kentin yaşaması için gereken örgütsel işleyişi-düzeni ayakta tutacak kentlinin en yakın örgütüdür. Kent yaşamı örgütsüz ve bilinçsiz sürdürülemez. Krizde kopan örgütsel yaşam ağlarını yeniden bağlamak, azınlıkları, farklıları, dışlanmışları, zayıfları kollamak, öncelikle ve uzun yılların birikimiyle belediyeden beklenir.

Bu yüzden belediyesiz demokrasi, demokrasisiz barış, barışsız belediye olmaz.