Savaşa hayır elbette. Zira savaşlar halkları yoksullaştıran, tarifsiz acılar bırakan yıkımlardır. Büyük Atatürk bu yüzden “milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça” savaşı bir cinayet olarak tanımlamıştır. Ancak günümüzün yöneticileri hangi durumda milletin hayatının tehlikede olduğu konusundaki değerlendirmeyi kendi iktidarlarını sürdürme ve dayandıkları odakların çıkarları temelinde yapıyor. Barış içinde yaşamanın hepimizin çıkarına olduğu gerçeğini gözümüzden uzaklaştırıp, önce savaşı doğuran koşulları yaratıyor sonra savaşın zaruri hale geldiği konusunda yalanlar ortaya atarak kendi çıkarlarına olan savaşa destek vermemizi istiyorlar. Bu nedenle, barış içinde yaşamanın çıkarımıza olduğunu görmemiz yeterli değildir. Barışı savunmamız, talep etmemiz ve muktedirlerin önümüze koyduğu, savaşın zaruri hale geldiğine dair söylemleri sorgulamamız gerekir. Çünkü Brecth’in dediği gibi “barış bir armağan gibi verilmez insana, savaşa karşı barış için katillerin önüne dikilmek” gerekir.

Savaşı çıkaranların karşısına dikilmek o kadar da kolay olmuyor elbette. Barış isteyenler, savaş yanlılarının karşısına çıktığında derhal hainlikle suçlanıyor. Başka ülkelerdeki savaşlara kolayca “hayır” diyen sözde barış güvercinleri konu kendi savaşları olunca hamasete, kahramanlık öykülerine, beka ve milli çıkar kavramlarına sarılıyor. Zira bazıları için, bazı savaşlar “kutsal” ve bu savaşlara laf etmek hainlikle, teröristlikle eş.

Bu durum bizim ülkemiz için de geçerli. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi üzerine, Rusya’da yapılan savaşa hayır mitinglerine katılanlara alkış tutanlara bakıp da savaşa hayır demenin ülkemizde serbest olduğunu, çok barışsever bir yönetime sahip olduğumuzu sanmayın. “Şam’daki Emevi Camii’nde Cuma namazı kılmanın” hedeflendiği günlerde, bir Türk sporcunun, Rus tenisçi Rublev’in yaptığını yapıp, oynadığı maçı çeken kameraya “savaşa hayır” diye yazması halinde başına neler geleceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Savaşa hayır demenin ülkemizde de bedeli var. Örnek mi? 2016 yılında yapılan “Barış İçin Akademisyenler Bildirisine” imza atanların başına neler geldiğini biliyoruz. Ya da 2018 yılında “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diyen Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey’i üyelerinin bu sözleri nedeniyle yargılandığını ve ceza aldığını hatırlatmak gerek. Dava dosyası istinaf mahkemesinin önünde incelenme sırasını bekliyor. Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi üyeleri ve baro başkanı, 2019 yılında yaptığı “Savaşa hayır. Barış, hemen şimdi” açıklaması nedeniyle terör örgütü propagandası suçundan soruşturuldu. 2016 yılında, bir televizyon programına telefonla katılan ve “çocuklar ölmesin” diyen Ayşe Öğretmen bu sözler nedeniyle 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı ve bu cezası onaylandı. Yani demem o ki; başka bir ülkedeki savaşa hayır demek için dizi dizi açıklama yapanlara bakıp savaşa hayır demenin bu ülkede kolay olduğunu sanmayın.

Yeri gelmişken değinmeden geçmeyelim: Savaşa karşı çıkmak ya da barış istemek savaşan tarafların birinin yanında durmayı da gerektirmez. ABD önderliğindeki NATO’nun saldırganlığına da Rusya’nın işgaline de karşı çıkmak mümkün. Birbiriyle savaşmayı göze alamayan iki ülkenin araya aldıkları küçük bir ülkenin üzerinde tepinmelerine karşı çıkmak için taraf seçmenize gerek yok.

Madem söz Bercth’den açıldı, barışı sağlamak için sadece savaşa karşı çıkmanın yetmeyeceğini onun sözleriyle hatırlatalım: “Barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin: Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir” Barışı istemeye, olsun diye çaba sarf etmeye devam etmedikçe, “acıyı doğuranlara var gücümüzle karşı çıkmadıkça” ve de “yaşanır hale getirmedikçe dünyayı bütün insanlar için”, savaş bir gün bizim kapımızı da çalacaktır. O nedenle bir kez daha haykıralım hep birlikte BARIŞ, HEMEN, ŞİMDİ!