Kısa bir Balkan ülkeleri turundayız. Daha önce birçok ülkeyi gezdim, görmediğim yerlerden birisi de Bulgaristan. Balkanlara arabayla gitmek daha pratik olacak diye düşündük, geze geze, ilgimizi çeken yerlerde durarak.. Önce Kapıkule’den Bulgaristan’a geçmeyi seçtik.

1970’lerde Bulgaristan’ı Bedri Koraman’ın karikatürlerinden tanıdık. Türk tarafında tarlalar yamuk yumuk ve inekler başıboş otlarken, Bulgar tarafında inekler sıra sıra, tarlalar da düzenli geometrik şekillerdeydi. Bedri Koraman mizahçı çizim ve diliyle iki ülkeyi böyle kıyaslardı. Öğrenci arkadaşlarımızdan otobüsle Avrupa’ya gidenler, dönüşte Bulgaristan’dan söz ederken, o dönemin koşullarına göre, çevrede sivil polis olup olmadığını kolaçan edersen, güzel bir ülke derlerdi.

Bu nedenle, Bulgaristan benim için hep merak konusu oldu. Sınırdan geçerken gümrük polisinin harç parası alırken Türkçe “hoş geldiniz komşu” demesi birdenbire bir sıcak ortam yarattı.  Türkiye’de Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası diye her gün televizyonlardan bilinçaltımıza işlenen ideolojik soğukluktan eser yoktu. Devlet propagandası böyle bir şey! 

Kapıkule’de büyük TIR parkları var. Onlar orada işsizlikten mi yatıyorlar, sıra mı bekliyorlar bilemedim. Ancak yurt dışından gelen tırların arasında canlı hayvan tırları insanı düşündürüyor. Aklıma ithal edilen hayvanlarla gelen şarbon hastalığı geliyor, ürperiyorum.

Oysa Avrupa’ya şarbon hastalığı geçmesin diye Anadolu’dan Trakya’ya canlı hayvan geçişi yasak, ama Avrupa’dan Türkiye’ye daha doğrusu dünyanın her yerinden ülkemize şarbonlu hayvan getirmek neredeyse serbest.

Sınırın öte yanına geçince yaklaşık 15 kilometre boyunca gümrük sırası bekleyen TIR’lar Türkiye’nin büyük ithalat gücünü gösteriyor. Gelen mallar ara malı mı, yani ürünün üzerine katma değer katıp yurt içinde ve dışında pazarlamak için mi, yoksa artık üretemediğimiz tüketim mallarını bile ithal etmek zorunda kaldığımız için mi?

Kapıkule’den çıkıp Filibe’ye doğru 250 kilometre gaza basarken kuyruktaki Tırların çoğunluğu Türk plakalı. Yolda sollayıp geçtiğiniz tırlar da öyle. Tek tük yabancı plaka görüyorsunuz

Oysa 1980’lerde, 90’larda bir ülkeden geçen arabaların sayısında kota vardı, anlaşılan rakamın üzerinde kamyon, TIR getiremiyordunuz zira o ülkeler de kendi şoförlerine iş olanağı sağlamak için çabalıyorlardı. Şimdi durum Türkiye lehine epey gelişmiş.

Kentlere gelince, bizim Filibe diye bildiğimiz Plovdiv Kapıkule’den 250 kilometre uzaklıkta ve nüfusu sadece 670 bin kişi ve çok güzel, sakin bir kent.  Plovdiv’in tarihi kent merkezinde Romalılardan Hristiyanlara, Türklerden Ermenilere, Yahudilere kadar birçok kültür yüzyıllarca birlikte yaşamış. Caminin yanında Katolik kilisesi, tepede Ortodoks diğerinde Protestan kiliseleri, katedralleri, Ermeni apostolik kilisesi… Roma tiyatrosu ve stadyumu Filibe’nin ayrı bir zenginliği. Osmanlı orada dinler arasında kentsel etki alanları yaratmış, böylece farklı dinden olanlar kentin farklı alanlarını dinsel gereksinimlerini yerine getirebilir olmuşlar. Bulgarlar özgürleşince Unesco, AB destekleriyle yapıları restore etmişler, ediyorlar.

Filibe’den Sofya’ya doğru daha düzenli tarım arazileri, yoğun ormanlar göze çarpıyor. Sofya’da kent merkezine doğru modern yapılar var.  Yılların eskitemediği kiliseler, katedraller, bilim araştırma binaları, müzeleriyle Sofya sizi etkiliyor. Romalılardan Osmanlıya ve bugüne dek Sofya doğu Trakya’nın en önemli merkezlerinden birisi olmuş.

Balkanların doğusundaki bizim de yakınımız, komşumuz Bulgaristan mutlaka görülmeli.