Dükkânın yola bakan cephesi simsiyah  perdelerle kaplıydı. Perdelerden sonra başlayan camekânda ise içerisinin resim galerisi olduğunu düşündürten değişik boy şövaleler ve üzerinde bitmiş resimler… Bunlar adeta bir sinemanın gösterim değiştirmesi gibi belli günler değişiyordu fakat bu günün neye göre seçileceğine dükkânın sahibi karar veriyordu. Dükkânın kapısının iki yanındaki bu vitrinin  içindeki  tablolardan gözünüzü alıp da kapıya yönelirseniz, birden içerisinin bir atölye, bir çerçeveci olduğunu görürdünüz. Vitrininde lüks arabaların olduğu bir oto tamirhanesini andırırdı burası benim için.  Vitrinin  arkası metrelerce uzunluktaki raflarda dizili çerçeve profilleri ile doluydu, binlerce çeşit, binlerce model çerçeve…

Çerçeve çeşidi bu denli çok olunca, dükkân zor beğenen,  aylarca uğraşıp resimler yapan sanatçıların kendi eserlerine en uygun  çerçeveyi seçme kararsızlığına şahit oluyordu. Bu zor süreçte istedikleri çerçeveyi arayan sanatçılar muhakkak dükkân sahibinin fikirlerini, yönlendirmelerini, modelleri karşılaştırmasını ve çerçeveleri sınıflandırmasını istiyor, bu da sohbetin koyulaşmasına neden oluyordu.

Giriş kapısının tam hizasında, ortada dümdüz uzanan, çerçevelerin resimlere montajlandığı büyük çalışma masası, iki duvarda dizilen raflar boyunca ilerleyen uzunluktaydı. Çalışma masası kadar biten işlerin serildiği bir alandı da burası. Masanın üstü koyu kahve halıfleksle kaplıydı, parçalara ayırsanız 6 adet batak masası çıkardı herhalde. Halı kaplı olmasının sebebi çerçevelerin kaymaması içinmiş dükkân sahibinin dediğine göre. Ben inanmadım çünkü bence asıl sebep sürekli masanın üstünde gezen kedilerdi. Ne zaman dükkâna girsem kediler tırnaklarıyla çerçevesi biten resmin etrafını cırmalayarak fikir belirtiyorlar,  dükkan sahibi kedilere bu hareketlerinden ötürü kızdı mı kediler tırmıklamaya halıfleksle devam ediyorlardı.  En az altı- yedi erişkin kedi vardı. Bir o kadar da yavru kedi. Değişik zamanlarda gelip, masanın üstüne,   rafların arasına, masanın altına ve dükkânın arkasındaki dış bahçeye dönüşümlü olarak dağılıyorlardı…

Dükkânın siyah perdelerle ayrılan camekânındaki resimlere bakarken ışığın uygun olduğu saatlerde kendinizi de dükkânın camında izleyebilirdiniz ama içeriye girmeye karar verdiniz. Girmeden son bir kez tekrar resimlere baktınız.Derken dükkanın içindeki resimleri daha çok merak ettiniz ve eşikten atlayıp içeriye yöneldiniz. İçerde bir atölye olduğunu görünce şaşırıp kaldınız…Sağdan soldan kediler çıkmaya başladı…                

Ortadaki dev masanın üzerindekileri önce seramik zannettiniz ama sonra onlar da hareket etti. Tüm bu şaşkınlıkla arka bahçeye açılan kapının olduğu duvarda birbirinden değişik resimler gördünüz. Eğer birkaç gün önce geldiyseniz o birkaç gün öncekinden de değişik resimler var bu kez…

Organik bir atölye burası, yer değiştirip duran resimleri, ustası ve kedileriyle. Bense buraya bazen sohbet,  bazen kedileri meraktan bazen de asılan yeni resimleri görmek için gelirim. Dükkânın sahibini bunlardan ayrıca saymam gerekmez çünkü dükkânın sahibi bu dükkânı oluşturan parçaların tamamıdır. Sürekli değişen gözlük çerçeveleriyle, değişen giyim sitiliyle hiç beklemediğiniz konulardaki bilgisiyle farklı biridir. Nasıl biri olduğunu özellikle tarif etmeyeceğim çünkü böyleleri mutlaka sizin de hayatınızda vardır,  gözünüzün önüne kim geliyorsa onu koyun dükkan sahibinin yerine ...

Hangimiz başkalarının hatırını sorarken kendimizi düşünmeyiz? O akşam  yağmurun başlamasıyla ben de yakınımda olan bu çerçeveciye kendimi atıp dükkan sahibiyle sohbet ederek hem kedileri görmek hem de yeni resimlere bakmak istedim.  Dükkân sahibi yeni çerçevelenmiş resimleri üzeri dolmuş çalışma masasının arkasındaki duvara asıyordu. Eskiden ayakkabı tamircileri yapardı bunu: tamir ettikleri ayakkabıyı asarlardı arkadaki duvara bağcıklarından.

Yağmurdan ötürü vitrindeki yansımam ıslandı. Suretlerimi vitrinin içine koyup dükkânın içine geçtim. Aklıma kahverengi eski botları çamurlanmış -fakir kız çocuklarına alınan o botlar erkek çocuklarına göredir ve çirkindirler bir erkek için bile ve en yenileri bile eskidir, yoksa evdeki büyük abiden mi kalırlar-kız çocukları geldi. Aklıma yağmur yağarken bu gelir özellikle de yağan yağmuru izlerken, parke taşları arnavut kaldırımları ve bunların arasındaki çamurlu toprak bunu hatırlatır bana. Acıların hüzünlerin çocukluk hatıralarının çatapatların tipitiplerin, çizgi filmlerin her şeyin arasında bu dolgu bu çamur vardır. Kozalaktan top yapan çocuklar gelir aklıma. Babası her şeyi bilen çocuklar. Bu toprak çirkin ve erkeksi kız çocuğu botların üzerine bulaşır. Botların kahverengi ve anneler tarafından sıkılığını abartmamak adına çok sıkılmadığı için açılan bağcıkları. Fikret Kızılok tan bir ud sesi, ağlayan bir adam gelir aklıma, yağmur bende hüzün odasının kapısının anahtarıdır. Serbest kalır tüm ezik yanlarım serbest kalır tüm...

Tüm kediler bu kez masanın üstünde ve atölyenin içinde dağınıktı fakat hepsi dışarıdaki yağmuru izliyordu. Dükkânın sahibiyse gözlerin önündeki resimlere ve çerçevelere yağmurun sesini zımbalıyordu. Beni görünce sanki görmezden gelecek sandığım o garip bakışı atıp birkaç saniye sonra tekrar bana bakarak sıcak bir gülümsemeyle hoş geldin dedi. Sonra konuştukça açılan bir tavırla "gel gel süper zamanlama, seni kimle tanıştırıcam birazdan bak dedi. Ben arka duvardaki yeni resimleri incelerken bir yandan dükkân sahibi  masasındaki işleri yapıyor bir yandan da konuşuyordu. Zamandan, zamanda yolculuktan, paradokslardan falan bahsettik sırtlarımız birbirine dönük. İkimizin de üstünde oduncu gömlekleri vardı. Su ısıtıcıdan, gözüme çarpan ilk en temiz bardağa, biraz su döktüm. Sonra benim aklıma tam yüz dalış maskeleri ile bibap cihazlarının maskelerinin görüntüsünün aynı olduğu geldi, burnumdan genzime deniz suyu girer gibi oldu. Baktığım bir resmin içindeyken... Basit sihirbazlık numaraları öğreten kitaplar alıp okumak istedim. Evde bunları denemek, annemi babamı şaşırtmak… Sermek becerilerimi erken uyanmış bir çocuk olup mahmur gözlerimi ovuşturmak küçük ayaklarımla oyuncaklarıma koşmak istedim. Sessizce evdeki herkes beni izlesin istedim. Yağmurdan sıkılan bir kedi bacağıma sürtündü. Sevgilerinden aptallaşmış köpeklerim geldi aklıma. Resimden anlamadığımı ne çizebildiğimi ne görebildiğimi düşündüm, sadece duygulanabildiğimi resme bakarken anladım."işte Cem de geldi" dedi dükkân sahibi. Yüz yüze geldik üçümüz de. Onlar yüz yüzeydi aslında ben de bu yüzleşmeye katıldım. Cem i de tarif etmiycem. Derseniz ki mekânı neden tarif ettin. Yazıyı yazanın o kadar kural koymaya hakkı vardır sanırsam...

"Cem fazla önemsemedi beni, anlatması gereken bir şeyler vardı ve benim bunu dinleyebilmem için beni kabullenmesi gerekiyordu. Uykusuz ve sıkıntılı bir üretkenlikle daldan dala atladı. Anlattıklarını önemsediğimi hissettiren bakışlarımdan mutlu oldu. İçinden bir şeyler benim de anlatacaklarını dinlemem için  ona onay verdi ve başladı"

"Olum çok utandım lan yerin dibine geçtim ya değer miydi bilmiyorum bir daha yapmıycam"

ikisinin bildiği bir konuyu üstü kapalı anlatmak değildi bu, beni iyice meraklandırıp nasıl bir işe giriştiği konusunda soru sormam için yemdi. Her şey insanoğlu için gibisinden bir bakışla dinledim. Dükkân sahibi girdi araya " Cem benim samimi bir arkadaşımdır matematik öğretmeni, arada çizimlerini çerçeveleriz ve tuvallerini ben yaparım. Geçen sefer dükkâna geldiğinde ben telefonla nakliyecimle konuşuyordum bir sürü çerçeve vardı bitmiş, sahiplerine gidecek, nakliyecinin  şehir dışına çıkması gerekmiş  anlaştığımız gün ve saatte, beni yüzüstü bırakmıştı. Ben bu duruma üzülürken panel van arabasıyla 3 -4 turda, bir haftalık tüm işlerimi sahiplerine götürdü Cem. Ben de nakliyeciye vereceğim parayı ona verdim. Cem neyse ki beni kurtardı. Sonra dedik ki ya böle devam edelim haftada bir gün büyük parçaları sen naklet nakliye parasını da sen al sana da ek gelir olur. Neyse bugünkü nakliyeyi az önce bitirdi ama çerçeveli resimleri bıraktığı evlerden birinde kapıyı öğrencisi açmış ve tabi öğrencisi “aa hocam” falan deyince şaşırma ifadesinden soru anlamını sezip anlatmaya başlamış ‘  arkadaşımın dükkanı yardım ediyorum …… ‘ ama, hemen beni aradı çok dokunmuş Cem’ e, vallaha Cem ağlıyo sandım önce telde"

"Saol iyi niyetin için ama bir daha yapmayalım bu işten kazandığım tüm parayı götürüyor böle kötü karşılaşmalar acayip canım sıkıldı"

"Hocam ne var helal iş ne güzel çalışmak ayıp mı ki hem sizin parayla yaptığınızı kim bilecek ki arkadaşa yardım" dememle savunulacak kötü bir durumda olduğunu kabul ettiğimizi üçümüz de fark ettik ve dükkan sahibi masanın ortasına sıçraya kedisini sevene kadar konuyu değiştiremedik ve sessizliği kıramadık....