Deli gibi yağmur yağıyordu. Evimizin çatısı akıyordu ama öyle böyle değil annemle her tarafa tencere, tava, leğen, kova elimize ne geçtiyse koyuyorduk. Babam çatıda, bir süre sonra bize yardım etmek için o da yanımıza geldi. Evimizin çatısı yolla bir olduğu için sadece yukarıdan değil evin kapısının olduğu yerden de su geliyordu. Biraz daha yağarsa hepimiz yüzmeye başlayacaktık. O anda hiç beklemediğimiz bir şey oldu. Kapı çaldı. Daha doğrusu kapı yumruklanmaya başladı. Annem, babam, ben hatta kuru kalan tek odanın kapısında duran kardeşim, hepimiz birbirimize baktık. Sanki o an yağmur durdu. Koca sessizliğin içinde sadece kapı yumruklama sesini duyuyorduk. Annemin babama dönerek,

“Ne bekliyorsun açsana kapıyı” demesiyle hepimiz dünyaya döndük. Babam kapıyı açtı. Dedem içeriye daldı. Tepeden tırnağa sırılsıklam olmuştu, kasketini çıkardı. Elini yüzünü kel kafasını silerken evin içinde durduğu yerde yağmur yağmaya devam ediyordu. Kafasını kaldırıp suyun geldiği yere bakmaya çalıştı ama nafile hiç durmadan akan su, tam gözüne isabet etti. Arka cebinden nasıl başardığını bilmiyorum ama kuru bir mendil çıkardı. Güzelce elini yüzünü sildi. Babama dönüp,

“Sizin arsaya ev yapmışlar” dedi. İçimden şunu geçirdim. Madem bizim bir arsamız var bu evde neden sürünüyoruz. Yapalım evimizi keyfimize bakalım.

“Kim ev yapmış” dedi babam, dedem ıslak bir sandalye çekip oturdu.

“Bilmiyorum” dedi. Babam “Yarın gidip bakarım” dedikten sonra mutfağa doğru yöneldi. Akan yerler için birkaç kap getirdi. Dedem kalktı. Hadi bana eyvallah diyerek sağanak yağmurun ve karanlığın içinde kayboldu. Öyle bir gök gürledi ki, evin camları sallandı.

Birkaç gün sonra babam evrak çantasının içinden bir kâğıt çıkarıp masanın üzerine koydu. Yeni yeni okumaya başlamıştım. Üstte tapu en altta Gültepe Belediye Başkanı Aydın Erten yazıyordu. Bana döndü “Hadi gidiyoruz” dedi. Beraber Toros yokuşunu çıkıp bir süre yürüdükten sonra harabe bir evin önüne geldik. Hani gecekondu denir ya, bu henüz konamamış, olmamış, yapamamışlar. Konayım mı yoksa konmayayım mı arası bir yerde duruyor. Babamla beraber içeriye girdik. Şimdi içinizden diyorsunuz ki kapıyı çalsaydınız. İnanın olsaydı çalardık. O nezakete sahip insanlarız.

Evde, orta yaşın üzerinde bir amca, teyze, üç çocuk kulağı duymayan bir dede vardı. Babamla on dakika oturduk. Sonra çıkıp eve doğru yürümeye başladık. Onu hiç bu kadar düşünceli görmemiştim. Çocuk aklımla,

“Baba onları kovmadın” dedim. Önce saçlarımı okşadı, sonra enseme şakadan bir tokat attı.

“Kerata biz kötü insanlar mıyız?” dedi.

“İyi insanlarız baba” dedim. Sonra hiç unutmayacağım bir cümle kurdu.

“Aydın Erten olsaydı bu tapuyu bize değil onlara verirdi. Onların daha çok ihtiyacı var”

“Baba Aydın amca kim?”