İsmet Paşa, “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer. Uyurken bile gözün açık olacak” demişti bir söyleşisinde. Bunu boşuna söylemedi herhalde. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte oluşturdukları taktik ve stratejinin yanı sıra savaşların içinde de yer almanın verdiği bir deneyim var. Osmanlı ordusundaki görevlerini unutmayalım. Bunlara bir de Lozan Anlaşması başarısını ekleyelim.

O dönemin ülkemiz şartlarında, Batı devletlerinin işgalci tutumlarının yanı sıra, doğu cephesindeki sorunların üstesinden gelebilmek kolay değil. Bir de içeride Türkiye büyük Millet Meclisinde ve Anadolu’da yaşanan bazı direnişler ve onların arkasında da Kurtuluş Savaşında yendiğimiz ülkelerin istihbarat örgütleri, bunları da unutmayalım.

Su uyurdu, düşman uyumazdı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının her zaman uyurken bile gözleri açıktı. İç siyasette de dış siyasette de etkili oldular. Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi, ülkemizin dış politikasının da temelini oluşturdu. Barışçıl yaklaşımla, Hatay’ın ilhakını bir referandumla gerçekleştirdiğini tarih yazıyor.

Büyük devletlerle ilişki kurarken dikkatli olmak gerek.

Ölçüsü kaçarsa ne olur?

Benim ordum büyük, modern silahlarım var diyerek komşu ülkelere “kabadayılık” yapmak kolay… Hatta bir fırsatını bulup onlara müdahale etmek de söz konusu olabilir. Unutulmaması gereken konu ise onların da komşuları var, ittifakları var ve bunları örgütleme yoluna gidebilirler.

Dış siyasetin bir başka yönü de, oluşturulan gruplarla bazı ülkeler hiç ummadıkları bir ortamın içine gidebilirler. Örneğin, Büyük Orta Doğu Projesi adıyla, belki de sanal bir senaryo ile birisini eşbaşkan ilan edersiniz. O da ortaya çıkıp Orta Doğu benden sorulur der. Oysa o kişinin, sen eşbaşkansın diyenlere, öbür eşbaşkan kim diye sorması gerekmez miydi? Belki de sordu ve yanıtını aldı ama orasını kimse açıklamadı.

Aradan yıllar geçti, büyük Orta Doğu projesi neredeyse unutuldu. Neden unutuldu, verilen bir görev yerine getirildi de rafa mı kaldırıldı? Yoksa verilen görevler başarılamadı da konu şimdilik soğutuldu mu?

Daha birçok soru var yanıtlanmayan, ancak bir durum var ki ülke Batıdan Doğu’ya doğru kaydı. Kurtuluş Savaşından sonra ilerlemeyi ve gelişmeyi Batı’da gören ve çağdaş uygarlığın üzerine çıkmayı hedefleyen Türkiye, birdenbire Orta Doğu kültürünün parlak tarafına değil, yoksul halkının bakış açısına yöneldi ve terörün içinde çabalamaya başladı.

Dünya ülkeleri ile barış içinde yaşamak yerine, yoksul Afrika ülkeleri ile Amerika’ya ve Birleşmiş Milletlere savaş açmaya çalıştı. En azından bu ülkenin vatandaşlarına bu mesajı vermeye çalıştı.

Dünya beşten büyüktür, tabii ki öyle. Ama BM Güvenlik Konseyinin 5 üyesinin bir kısmına, bir avuç ülke derseniz ne olur? Afrika ziyaretinde Angola Meclisinde “İnsanlığın kaderinin İkinci Dünya Savaşı'nın galibi bir avuç ülkenin insafına bırakılamayacağını, bırakılmaması gerektiğini savunuyoruz. Sizinle yürümeye hazırız .” dersiniz, ilave edersiniz “Afrika kıtasına yönelik batı merkezli oryantalist yaklaşımları reddediyoruz” dersiniz. Sizi ayakta alkışlarlar. Ancak buna bir yanıt Kuzey komşumuzdan gelir: “bir avuç ülke” aşağılayıcı bir kavramdır.

Erdoğan Angola’ya giderken, Türkiye’nin 40 adet F-16 satın alacağı yönündeki haberlerle ilgili olarak “teklifin ABD'den geldiğini” söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü de, “ABD, Türkiye’nin F-16 taleplerine herhangi bir finansman teklifinde bulunmadı.” Dedi

Amerika ile Rusya kolay lokma değil.

İsmet Paşa’yı tarikat gruplarındaki saf gençlere “12 adaları veren kişiydi” diye tanıtmaya çabalamak kolay.  Fakat büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer sözünü anlamak ve anlatmak zor.

Alkışla geldiler, sandık gelince gidecekler. Bıraktıkları ülkeyi ayağa kaldırmak için de çok çalışmak gerekecek.