Merhaba Ruhi Bey,

 “Bugün hava güzel!” desem kendime, ötesini hep Cahit Sıtkı söylüyor: “...Bugün içim içime sığmıyor./ Annemden mektup aldım,/ Memlekette gibiyim...

Bugün hava güzel!” deyince sahiden mektup almış kadar oluyorum annemden. İlkokul üçten ötesini, okul yokluğundan okuyamamış annem (yaşıtınızdı), mektup nasıl yazılır, bilirdi; güzel de mektuplar yazardı. Neredeyse bütün kuşaktaşları gibi, yazısı da güzeldi.

Bugün hava güzel!” dedim kendime, sonra bir ucundan Cahit Sıtkı tuttu, masamı balkona taşıdım. Açtım bilgisayarımı. Sağ olsun eşim, Cahit Sıtkı’nın “Elimi uzatsam kahve fincanı dudaklarımdadır.” dizesini yine yürekten okuttu bana.

‘Eee, Eylülün yirmisi oldu!’ derken kendime, telefonum çaldı.

Avukat, sıkı dost Müslüm Akkuş arıyor, Ankara’dan...

“Abi, Ruhi Su mu dinliyorsun? Ne güzel!” dedi, merhabasının hemen ardından. İyilermiş ne ki her yer hele ki adliye virüs kaynıyormuş. Tedbir üstüne tedbirle varıyorlarmış duruşmalara.

“Mektup”tan söz edince ben, aldı beni Müslüm, size de yalnızca eziyeti reva gören/ bugün hâlâ süren 12 Eylül karabasanının öncesine götürdü:

- İstanbul’da okuyorum. Mücadele sıkı, olaylar yoğun. Nerdeyse her gün postaneye düşürüyorum yolu. Bir kartpostal kapı önünden. ‘İyiyim, merak etmeyin. Tafsilatlı mektubum yolda...’ Dönem sonu Erzincan’a, eve varıyorum. Daha hoş geldin demeden soruyor babam: ‘Tafsilatlı mektup nerde, oğlum?’

“Bunu not alıyorum...” dedim. Gülümseyerek kapattık telefonu.

Beni yazıyla buluşturan da mektuplardı. Yıl 1979. Neredeyse her gece, kasetçalarda siz, bir mektubun başına otururdum da ev arkadaşlarım yazacak ne bulduğuma şaşarlardı. Hayatın akıp duran çeşmesi ağzıyla bir doldurur, yeter ki testin olsun!

Komşu çay demlemiş. Bir ince belli de bana uzattı. Hani sizin, “Çok severim... dudak rengi, dudak sıcaklığı, dudak dudağa...” diye tarif ettiğinizden.

O bir bardak çay ve bilgisayardan yükselen sesinizle vardım ben de yıllar öncesinin Ankara’sına...

Ne yıl var aklımda (1976 olabilir!) ne de Atatürk Spor Salonunu dolduran binlerce yoldaşın arasında kimlerle oturduğum. Ama unutmadıklarım da vardı!

Ziya Taşkent, ilk solist oydu, “Çırpınırdı...” diye başlayınca söze, daha ezgiye varamadan inivermişti sahneden... Derdimiz “siz”diniz! Başka kim vardı sizden önce, yok aklımda. Saz elde görününce sahnenin bir kıyısından, adınız anons edilmiş miydi, alkış kıyamet olmuştu ortalık. Sloganların birbirine karıştığı büyük uğultuyu yararak geldiniz. Her yöne inceden eğilip selam verdiniz. Sonra mikrofonun arkasına yerleştirilmiş sandalyenin yanında durdunuz. Uzunca durdunuz ta ki “gürültü” kesilsin! Baktınız olmuyor, oturdunuz. Sazınızı kucaklayınca başlayan sessizlik unutulmazdı.

1983’te, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Haftası’nda, İstanbul’da, Şan Sinemasında verdiğiniz konseri yazarken Zeynep Oral da aynı şeylerden söz edecek, “O güne dek ben böyle sessizlik duymamıştım!” diyecekti.

Bir iki mızrap vuruşunu o tok sesiniz izledi, “aşk hali” bildiğiniz, Cevat Çapan’ın deyişiyle “bize birlikte yaşamanın güzelliğini ilettiğiniz” türkülerden önce:

- Türkülerimizi sessizce dinleyelim ya da birlikte söyleyelim. Türkü sürerken alkışlamazsanız sevinirim. Bir de şu sloganlar! Nefesinizi tüketmeyin burada! O size mücadele alanlarında gerekli. İlle de bir şey yapacaksanız ayaklarınızı yere vurun...

Oyun alanına değin dolu koca salon, soluk bile almıyorduk sanki.

Bir yerde türküler ne kadar gelişmişse, anlatım gücü ne kadar artmışsa, oradaki koşullar o oranda ağır demektir. Türkülerden korkulması boşuna değildir.” dediniz. Ötesini de söylediniz: “Bir düzen (halkın) türkülerinden korkmaya başladı mı artık o düzeni kimse ayakta tutamaz!

Halk, söylemek ihtiyacını duyduğu her şeyi müziğiyle söylemektedir...” dediniz. “Halktan kopuk hiçbir işten, hiçbir insandan hayır gelmez.” diye eklediniz.

Türkülerin tek özelliği, yaşayan bir varlık gibi her an değişip yeniden doğmalarıdır...” derken değişimin altını türkülerle de inceden çizdiniz.

Bana sorarsanız, milyonlarca yıldan beri oluşup gelen iki önemli şey var dünyada; biri insanın kendisi, biri de türküler...” deyip eklediniz: “Biz insana yeni geldik!

Ve her türkünün sonrasında yalnızca ayaklarımızdan yükselen sesler katıldı alkışlarımıza.

***

Bugün hava güzel!Ruhi Bey. Aradan geçen onca yıla karşın, annemin el yazısı gibi aklımdadır “herkese yeter dünya/ herkese yeter ekmek” diyen sesiniz, türküleriniz, onurlu duruşunuz!

........................

Ruhi Su (opera sanatçısı, müzisyen, yorumcu, derlemeci/ 20 Ekim 1912-20 Eylül 1985)

Ruhi Su’nun bu ve sonraki sözleri için bkz. Ruhi Su-Ezgili Yürek”, şiirler-yazılar-konuşmalar, Adam Yayınları, Eylül 1985, İstanbul,

Milliyet Sanat” dergisi, 1 Mayıs 1984 (“Ruhi Su-Ezgili Yürek”, s.173)