Merhaba Nedret Abi,

Postacının, zarfın üzerinde “Şair/ Dinar” yazan mektubu sana ulaştırdığını okuyunca kalktım, İstanbul’da çalıştığım yıllara vardım. Yıl 1991. Bir mektup düştü masama: “Bekir Yurdakul/ İstanbul” Açmadan, epey bir zaman evirip çevirdiğimi; elden mi, posta yoluyla mı geldiğine yeniden yeniden baktığımı bugün gibi anımsıyorum. Köşesinde pulu, üzerinde de PTT’nin (Henüz satılmamıştı!) damgası... Hayranlık duymuştum yaptıkları işe. Postacılar da mahir insanlarmış o zamanlar Nedret Abi; kendi küçük, taşıdığı büyük zarfı kendilerine emanet sayar “sahibi”ne ulaştırmayı kutsal bir ödev bilirlermiş. İşin, hayatın, insanın, görevin... değer taşıdığı yıllardan şu ulaştığımız yalancı dünyaya bakınca...

Gerçi sen bu son yılların dünyasına yabancı da değilsin.

Oktay Akbal’ın “İnsan bir ormandır!” vurgusunu “İnsan tükenmez!” diyerek çoğaltmıştı Fethi Naci ama o orman nerede şimdi? Her gün bir kıyısından köşesinden yaka yıka, korkuta sindire tükendi işte... Şimdi insan, hayata “çıkar” penceresinden baksın; üretmesin, yaratmasın -şu salgın günlerini de bahane ettiler- kimse kimseyle yan yana gelmesin isteniyor.

“Ne salgını?” dediğini duyar gibiyim. İnsanın marifeti bir virüs ne zamandır kasıp kavuruyor dünyayı. Epey bir zamandır evlerimizin dışında maskeli dolaşıyoruz. Bu maske işi en çok politikacıların işine yaradı, biliyor musun!..

Demem o ki hastanın, öğrencinin “müşteri”ye evrildiği bir dönemdir yaşadığımız. Bundandır ki hangi yazının, mektubun başına otursam ilkin her yanımı kaplayan sevinç çok geçmeden yerini derin bir hüzne, kedere bırakıyor. Burada kalsa iyi! Ardından bir kızgınlık birikiyor ki sorma gitsin. Sahi ne oldu da dünya böyle rezil bir çağa düştü Nedret Abi? Her geçen gün daha da güçleşiyor “İnsan Tükenmez” pankartını yukarıda tutmak! Ama biliyorum, zor da olsa yürünecek bu yol!

Turgut (Çeviker) abinin kitabının sayfaları arasında dolaşırken senin, “Bu taşra yaşantısının içinde biriken, saklanmaya değer ne varsa (mektup, belge, not, günlük ve fotoğraflar...) özenle sakladım...” diye yazdığını anımsadım. Ölümünden birkaç yıl sonra (1970’te), kütüphanesini elden geçirirken, babamın da benzer bir özeni, alışkanlığı olduğunu görmüştüm. Ne çok mektup, belge, yazı, bilet, davetiye, gazete, dergi... aralarında senin “Şairler Yaprağı”nın birçok sayısı... Tanışıklığımız o yıllara uzanır. Sonraki yıllarda ben de her sayısını merakla bekleyip hevesle okuduğum “Doğan Kardeş” dergilerini özenle saklamış, başka çocukların da okumalarını sağlamıştım.

Aslında titizlikle saklanan belgeler, her ne olursa olsun, ait olduğu dönemin yaşama kültürüne de ışık tutmuyor mu? Bugün çoğu kurum ve kuruluşun kendi çalışmalarına ilişkin belgeleri bile yazık ki saklamadıklarını biliyoruz.

Sevgili Nedret Abi,

Yaşamının tamamını taşrada geçirmene karşın dünyanın nabzının oradan da tutulabileceğini gösterdin. Cemal Süreya, “Nedret hep Dinar’da oturdu. Ama şiiri İzmirlidir.” derken de bu gerçeği vurgulamıştı. Bir yandan mektup yağmuru, öte yandan... yine Cemal abi söylesin: “Hepimizin arkadaşı... Kim bunalsa, soluğu Dinar’da alırdı.

Sana bu satırları aslında dün gece yazacaktım. Ne ki Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı”nı yeniden izlemeye durdum. Severim Nuri Bilge’nin sinemasını. Çanakkale Çan mekânlı bu çalışma, senin başa çıktığın “taşra sıkıntısı”nın altını çizmekle kalmıyor, mesleklerin itibarsızlaştırılması, atanamayan öğretmenler, niteliksiz eğitim, terk edilmiş okullar, toplumu kemiren haksızlık ve adaletsizlik... günümüzün can alıcı sorunları üstüne yeniden düşünmeye de çağırıyor. “Var mı öyle pat diye hayale kavuşmak!” tümcesiyle emeğin değerini de inceden vurgulayan filmi izlerken ‘80’li yıllarda Dinar’da görev yapan bir dostuma yazdığım mektupları anımsadım.

Herkesin anıları vardır; dağdaki çobanın da... belki koyun kuzu üstünedir... Kelebeğin ve kaplumbağanın da anıları var mıdır? Bilinip yazılabilseydi ah, ortaya neler çıkardı?” diyorsun ya bir gün otursam da çokça biriktirdiğim şu “ömür törpüsü” taşrayı yazsam diyorum. Sahi, “Ey eski fotoğraflar! Ah, ne kadar dokunaklısınız...” çağında mı yazılır anılar?

........................

Nedret Gürcan (26 Haziran 1931-2 Eylül 2019)

Turgut Çeviker’in yayına hazırladığı “Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları” kitabı üzerine Elif Aydoğdu’nun aynı adlı yazısı (Artful Living/ 6 Nisan 2017)

Nedret Gürcan’a Edebiyatçı Mektupları”, haz. Turgut Çeviker, mektuplar, Ve Yayınevi, 2016

Benim Sevgili Taşram”, Nedret Gürcan, anı, Dünya Kitapları, Ekim 2003, İstanbul

999. Gün-Üstü Kalsın”, Cemal Süreya, Broy Yayınları, 1991, İstanbul

agy

Benim Sevgili Taşram”, Nedret Gürcan, anı, Dünya Kitapları, Ekim 2003, İstanbul

agy