Dünya nüfusu her geçen gün artarken, ekilebilir tarım arazileri ise büyük bir hızla azalıyor. Türkiye'de 3 milyon 200 bin hektar araziyi çiftçiler, iktidarın yanlış politikaları nedeniyle ekemiyor. Yine ulaşım, enerji tüketimi, elektrik kullanımı gibi unsurların iklim değişikliğine yol açan çevresel etkilere neden olduğu da artık bilinen bir gerçek. Ne yazık ki rant ve para hırsı bu gerçeği perdeliyor. Yaşanan fiyat istikrarsızlığı sonucu tarımla uğraşan küçük üreticiler de para kazanamadığı gerekçesiyle üretmeyi ve toprağını terk etmek zorunda kalıyor

Böylelikle ekilen arazilerin azalması, gıda sorununu ortaya koymuş oluyor. Dünya gıda üretiminin üçte biri çöpe gidiyor ve her yetersiz beslenen bir insanın karşısına iki kilolu insan çıkıyor. Bir taraftan dünyada açlık ve yoksulluk yaygınlaşırken, diğer taraftan küresel tahıl ürünlerinin yüzde 40'ının biyo yakıt ve hayvan yemi için kullanılıyor. Sorunun bir başka boyutu ise karbon emisyonları ve gıda üretiminin yüzde 31 ile en yüksek karbon emisyonu önümüze çıkıyor. Gıda üretimiyle ilgili bir diğer çarpıcı boyuta dikkat çekmek istiyorum. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü(FAO)nün yayınladığı raporunda; pandemi sırasında alınan tedbirler karşısında tarım ve gıda sektörünün dayanıklı olduğu ifade ediliyor. Ancak dikkat diğer taraftan gelir düşüşü ve gıdada tüketici fiyatlarının artması insanların sağlıklı gıdaya erişimini zorlaştıran nedenler olarak sıralanıyor. Burada güvenli (sağlıklı) gıda demek, besin değerini kaybetmemiş, fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik açıdan temiz olan bozulmamış gıda olarak ortaya konuyor. Dünyada sağlıklı gıdaya erişimle ilgili çalışmalar devam ederken Türkiye'de ise AKP iktidarı, uyguladığı neoliberal politikalar sonucu yaşanan ekonomik kriz sürecinde insanlara, simit yiyerek yaşamlarını sürdürmesini öneriyor. Ancak sağlıklı beslenme bir haktır. Böyle önemli bir konu karşısında iktidarın, ciddiyetten uzak bir anlayışla konuya yaklaşmasını ise halkın takdirine bırakıyorum.

Gıdayla ilgili Türkiye'nin en kritik alanlarından birisi de hayvancılık. Hayvancılığın ana girdilerinden olan yemde yüzde 50'nin üzerinde dışa bağımlıyız. Tarım, mazot, elektrik, gübre, yem olarak kullanılan yağlı tohumlar ve mısır gibi ürünlerde de dışa bağımlı hale geldik. Kur artışları sonucu ithalat pahalılaşırken, çiftçinin maliyeti katlandı. İktidar diğer yandan yüksek fiyatları düşürebilmek için her seferinde ithalatı öne sürüyor. Son olarak kuru soğan ve ardından domates konservesi, buğday, arpa, mısır, pirinç ve bakliyata ithalat kapısı açıldı.

TOPLUM TEDİRGİN

Bugün sokaktaki vatandaştan bürokrata, doktorundan sporcusuna, toplumun bütün kesimleri Rusya-Ukrayna çatışmasının başlamasıyla konuştukları birinci konu gıda ve enerjide yaşanacak sorunların yol açacağı açlık ve soğukta kalma korkusu. Türkiye'nin Ukrayna ve Rusya ile ticari ve askeri pek çok iş birliklerinin dışında vatandaşı direkt etkileyecek en önemli konulardan biri de tahıl ithalatı. Savaşın çıkması durumunda buğday ithalatımız etkilenecek ve ekmek fiyatları görülmemiş rekorlar kırabilir. Rusya'dan yapılan ithalatta "stratejik ürün" olarak tanımlanan buğday öne çıkarken arpa, soya, ayçiçeği, mısır gibi temel gıda ürünlerinde de bağımlığın giderek atmış olması insanları haklı olarak tedirgin ediyor.

MUHLİS HOCAM DEDİ Kİ

Köşe yazımın bundan sonraki bölümünde, diş sorunum için gittiğim Diş Hekimi olan ağabeyimiz Muhlis Polat hocamızın konuyla ilgili uyarılarını paylaşmak istiyorum. Bir dönem eski Başbakan merhum Bülent Ecevit'in de danışmanlığını yapmış olan Muhlis hoca, gıda ithalatı ile ilgili konunun önemine vurgu yapıyor ve insani duyarlılığı yüksek birisi olarak bana aynen şunları söyledi: "Cengiz sen parlemento muhabirisin. Senden ricam hükümet üyesi, iktidarın yönetim kadrosundan kimi görürsen, yine muhalefet partilerinden milletvekillerinden tanıdığın kim varsa gıda konusunu acilen gündemlerine almalılar. Bu stratejik bir konudur. Bu hayat mayat meselesi. Konu şu; Rusya-Ukrayna çatışması beni çok kaygılandırdı. Bir an önce yerli üreticiyi korumadan hesapsızca yapılan ithalat ülke tarımını, çiftçimizi ve üreticimiz bitirdi. Buğday başta olmak üzere stratejik değere sahip ithal edilen gıda ürünlerinin bir an önce ülkemizde üretilmesi gerekir. Tarımsal üretimimizde bugün plan program bilmez bir anlayış var ne yazık ki. Çiftçiler ürün maliyetlerini karşılayamaması nedeniyle her geçen gün artan tarımsal ithalat, gıda güvenliği ve ülkemizin dışa bağımlılığını artırmakta, çiftçilerimiz kârlı bir üretim yapamadığı için üretim süreçlerinin dışında kalmalarına yol açıyor. Elektrik, mazot ve gübreye gelen zamlar nedeniyle pek çok çiftçimiz ekim yapamıyor. Ekim yapan çiftçinin ise sulama yapamadığını ve gübre atamadığını duyuyor, görüyoruz. Bu maliyetleri karşılayamayan üreticilerimiz üretimden vazgeçiyor. Bu yüzden fiyatlar yükseliyor, hem çiftçilerimiz hem biz tüketiciler zarar görüyoruz. Sonuçta bir an önce önlem alınmazsa böyle savaş ve çatışma ortamlarında gıdaya ulaşım da zorlaşacak. Alan var alamayan var. Bu durumda hiç kimse gıdaya erişemez.

Açlıktan bahsediyorum. İktidar, muhalefet siyasilerden etkili yetkili kimi tanıyorsan bu konunun önemini anlat. Ulaşabildiğin kim varsa bir an önce çiftçiye mazot, gübre, tohum, elektrik, su, mali destek ne varsa ücretsiz bir şekilde bir süre desteklenmesi gerektiğini söyle. Tarımda her projenin üretim, ihracat ve çiftçi odaklı olması artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Esas beka sorunu bu dışa tam bağımlılıktır. Yetkililer bu konuda bir an önce yeni stratejiler oluşturmalıdır! Çünkü Anadolu insanı (ek)meyi de ek(meği) de sever!" diyor Muhlis hoca. Ben de gördüğüm birkaç milletvekiline bu konuyu hemen açtım ve Muhlis hocama verdiğim sözü yerine getirdim. Getirmeye de devam edeceğim. Çok doğru sözler. Ben de Muhlis hocama tamamen katılıyorum ve 84 milyonun da bu düşüncede olduğunu biliyorum. Muhlis hocanın çok güzel sözünü vurgulayarak yazımı bitirmek istiyorum. Anadolu insanı (ek)meyi de ek(meği) de sever!