Kara kışın son dönemdeki sertleşen koşulları, pek çok konuda olduğu gibi hava durumundaki değişimlerin gündelik yaşama olumsuz etkilerine de hazırlıksız olduğumuzu iliklerimize kadar hissettirdi. Soğuk ve kar yağışına doğalgaz ve elektrik kesintisi de eklenince, hali hazırda şişen faturalara bir de enerji tedariği ve ulaşım sorunları da eklendi. Kısacası, yine hazırlıksız ve dirençsiz yakalandık ki zaten ortada hazırlık yapmayı düşünen bir merkezi devlet de yoktu.

Son yazımızda “Bekleyecek vaktimiz yok, şimdi tam zamanı…” diyerek, toplumun yüz yüze bırakıldığı sorunlara ve sürüklendiğimiz meta kriz durumuna karşı yerel yönetimlerle STK’lar arasında geliştirilecek iş birliklerinin ve üretilecek stratejilerin önemine değinerek, bu iş birliklerinin yönteminin de ulaşılacak sonuçta belirleyici olacağına değinmiştik.

Özetle hatırlatacak olursak; “Bu stratejilerin ülke genelinde ve merkezi bir stratejik planlama niteliğiyle üretilmesi ve yaşama geçirilmesi elbette gerekiyor fakat kent ve bölge ölçeğinde işe koyulmak hem merkezi devlet olanaklarının toplumun yararına koşulabileceği günlere kadar hem bir hazırlık hem de bir yerden başlamak ve muhalefeti iktidar kılmak anlamına gelecektir.

Bölgesel planlamaya açık bir yaklaşımla, kentlerdeki sorun ve eşitsizliklerin giderilmesi amacıyla oluşturulacak stratejilerin inşa edilme yöntemleri, bu noktada büyük önem arz ediyor. Kent sakinlerini özneleştiren, toplumsal bilgi ve uzmanlık merkezleri olan meslek odaları ve diğer sivil toplum kuruluşlarını kapsayan ve kentsel kamu olanaklarını elinde tutan belediyelerin ortam ve koşulları sağladığı bir stratejik çözüm arayışı, yöntemsel bütünlüğün ötesinde demokrasinin de temelini sağlayacaktır.” şeklindeki görüşümüzü son günlerde yaşadıklarımızla birlikte biraz daha açmaya, biraz daha geliştirmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Belki her seferinde aynı şeyi yazıyormuş gibi hissettiren ısrarımızı sürdürmek olacak ama meta kriz koşulları, kleptokrasinin araçsallaştırdığı merkezi devletin bıraktığı boşluk ve yerel iktidarların olanakları neredeyse her hafta başka bir konuyla kendisini hatırlatıyor.

Kara kış geçse de toplumun olası felaket ve risklere karşı derinleşen güvencesizliğine giderek artan kırılganlığı eklendiğinde, elde ne varsa onunla hazırlanmak ihtiyacı kendisini daha bir ehemmiyetle dayatıyor.

Ve eğer erken veya zamanında, genel seçimler toplum gündemini tamamen belirleyene kadar, bu hazırlık ihtiyacını bir toplumsal talepler bütününe dönüştüremezsek, yine arada kaynayıp gideceğiz, yine siyasetçilik kazanacak ve toplum kaybedecek.

Ama eğer siyasetin aktörlerinden olan kent iktidarlarının da yer aldığı bir talep ve çözüm stratejisini en azından acil ihtiyaç alanlarında yaşama geçirebilirsek, işte o zaman genel seçimin atmosferini ve tartışma düzlemini toplumsal sorunlar ve taleplerin belirlemesini sağlamış oluruz.

Siyasetin araçsallaştırdığı toplumsal ihtiyaçlar değil, toplumsal ihtiyaçların belirlediği bir siyaset düzlemi ancak sorunların muhatapları olan bireylerin toplumsal aktör olarak siyasete müdahil olabilmesiyle mümkün olabilecektir. İklim krizi, yoksulluk, gıda krizi, deprem riski vb. pek çok sorun ve riske karşı yurttaşları özneleştiren çözüm stratejilerini talep etmek, inşa etmek ve yaşama geçirmek zorundayız. Aksi takdirde bazen donacağız, bazen yanacağız; çokça aç kalıp, sonunda tükeneceğiz…