Bugün halk ekonomik krizin yanı sıra elektrik ve doğalgaz çıkmazına saplanmış durumda. Düşünebiliyor musunuz? Isparta halkı günlerdir kar altında, elektriksiz ve doğalgazsız yaşam mücadelesi veriyor. AKP'nin oy depolarından olan Isparta'yı bile görmeyen Erdoğan, "Bak Bay Kemal; yakında ikinci nükleer enerji santrali geliyor. Sizin hayatınızda sadece mum vardı mum, gaz lambası var. Biz ise bunu bu hale getirdik." diyebiliyor. Bu neyin hırsı?  

derken AKP iktidarında "mum"a, "gaz lambası''na muhtaç olan ve yaşadıkları elektrik krizini asla unutmayacak olan, Ispartalılar, Ağrılar, Marmarislilerin yanı sıra sanayiciler ve ülke insanı ucuz elektriği, doğalgazı mum yakarak arar oldu. Gelelim kamu karşıtı, her şeyi özelleştirme sevdasıyla yanıp tutuşan AKP iktidarının bana göre olmayan enerji politikalarına. İktidara geldiğinden bu yana yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından söz eden AKP hükümetleri, doğalgaz santrallerine lisanslar verip dışa bağımlılığı arttırdı. Kamuya enerji yatırımları yasaklanırken nükleer santral ve doğayı katleden küçük HES‘lerle enerjide rekabetçi piyasa oyunu oynadılar. Serbest piyasa diye kurulan karaborsada kamunun elinde kalan santralleri yok pahasına satmaya kalkan; spekülasyonlar karşısında  şirketlerin “şalter indirme” tehditleriyle bocalayan İktidar, elektrik ve doğalgazda yaşanan sıkıntının üstünü örtmeye çalışıyor. AKP yaklaşık 20 yıllık iktidarı döneminde izlediği serbest piyasacı ve özelleştirmeci uygulamalar sonucunda yurttaşları soğuk ve karanlıkta bıraktı. Ağır kış şartları altında yaşanan doğalgaz sıkıntısı elektrik üretimini vurdu. Yurdun büyük bölümünde habersiz elektrik kesintileri yaşanıyor.Öte yandan doğalgaza gelen zamların perde arkasında büyük yolsuzluklar ve usulsüzlükler olduğu iddiaları bir tarafa başta da dediğim gibi AKP'nin temel bir enerji politikası yok. AKP Parti iktidara gelmeden iki sene önce, 2000’de enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 65,9 seviyesindeyken, 2003’e gelindiğinde ise üç yıl gibi kısa bir sürede bağımlılık yaklaşık 4 puan artarak yüzde 69,7’ye yükselmişti. 2015’te ise oran yüzde 75,2’ye vardığı ifade ediliyor. Bu konuda uzmanlar ise; öncelikle Maden Kanunu, Enerji Kanunu ve ilgili mevzuat kamu işletmeciliği esaslarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiğine vurgu yapıyorlar.

Ülkenin yerli ve yenilenebilir nitelik taşıyan, çevreyle daha duyarlı enerji seçeneklerine dayalı alternatif bir enerji politikası oluşturulmasının önemine dikkat çekiyorlar.

Yine bu konuda uzman görüşü olarak Maden Mühendisleri Odası ise ülkenin enerjide büyük oranda dışa bağlı olduğu bir ortamda, yerli enerji hammaddelerinin üretimlerinde kamu kurumlarının aktif rol üstlenmesi, bu kurumların personel ve yönetim yapısı liyakat esasına uygun şekilde düzenlenmesi, teknolojik açıdan dışa bağımlılığı önleyecek, ARGE çalışmaları yapılması, enerji makine ve donanımlarının yurt içinde üretimini sağlamak üzere yerli sanayi ve üniversitelerle işbirliği, 

Enerji ve enerji hammaddesi üretimi yatırımları, çevresel, sosyal ve ekonomik açıdan bir bütün olarak analiz edilmesi, projelerin toplumsal yarar göz önünde bulundurulması gibi önerilerde bulunuyor. Çok doğru öneriler ve temelinde bir çok bilim insanı ve konuyla ilgili uzmanların ortak vurgusu ise enerji yönetiminin kamunun elinde olması görüşü! Ayrıca bunun bir de uluslararası boyutu da öyle "efelenmelere" duygusallığa da bakmaz. 

Enerji politikalarının ülkelerarası güvenlik ve güç dengelerinin bir öğesi olduğunun dikkate alınmaya başlanması, ülkelerin ve uluslararası kurumların güvenlik algılayışındaki değişim, küresel alanda bir enerji güvenliğinin sağlanmasına yeterli olmamaktadır. Belli bir bölgeye giderek artan enerji bağımlılıkları AKP iktidarının ideolojik penceresini buharlaştırırken, ülkenin ilerde değişebilecek rotasına da etki edecek boyutta düşünülmeli. Örneğin Çin’in İran Körfezi’ne, başta Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa’nın Rusya’ya yeni ittifaklara yol açabileceği ve varolan jeopolitik dengeleri sarsabileceği de göz önünde bulundurmak gerekiyor. 

AKP iktidarı hiç bir sorunu çözemediği gibi sorun üzerine sorun, kriz üzerine kriz yaratmaya devam ediyor. Erdoğan, "Bak Bay Kemal; yakında ikinci nükleer enerji santrali geliyor." sözleri yakında nurtopu gibi bir sorunumuzun geleceğini de işaret ediyor. Nükleer

enerji santralının sonlu yakıtlı, finansman, yatırım, işletim, söküm, atık maliyetleri açısından en pahalı, küresel ısınmayı arttırıcı, ekolojik dengeyi bozucu, üretim güvenliği, kaza riski açısından en tehlikeli olduğu bugün tüm veriler ışığında netlikle bilinmektedir. O zaman biz de Elektrik Mühendisleri Odası ile birlikte soruyoruz; dünyada nükleer endüstrinin dibe vurduğu gerçeğini görmezden, göstermezden gelen ve bu dönemi "Nükleer Rönesans" tanımıyla ortaya koyan siyasal iktidar neyin peşindedir?