Geçen hafta köşeme sevgili Malefiz’i konuk etmiş, film içine muazzam bir şekilde yerleştirilen toplumsal mesajları aktarmaya çalışmıştım. İyi-kötü, dost-düşman gibi birçok kavramı Malefiz’in penceresinden başka bir boyutta ele alırken, aynı günlerde hem İzmir hem ülke kamuoyu Karşıyaka CHP delege seçimlerinde yaşananları izliyordu.

Malumunuz ki CHP Kongre Seçim takvimi açıklandı. Mahalle delegesinin bile seçimle göreve geldiği bir sistem var CHP’nin geleneğinde. Muhtarlık bölgesi delege seçimlerinden, büyük kurultaylara kadar her seçiminde bilfiil bulunmuş biri olarak yakın zamanda yaşanan bazı tatsızlıklar herkes gibi beni de ziyadesiyle üzdü.

CHP Genel Başkanı Sn. Kemal KILIÇDAROĞLU önderliğinde başlayıp, milyonlarca kişinin katılımı ile taçlanan, dünya ve ülkemiz siyasetine rekor olarak geçen Adalet Yürüyüşü, Mart’ın sonunda karşıladığımız baharın ilk ve önemli tohumuydu. O tohum, ortak akıl ve değerler şemsiyesi altında bir araya gelen toplumsal muhalefet ile büyüdü ve ilk filizini 31 Mart yerel seçimlerinde verdi. 17 yıldır Türkiye’nin geleceğini tahakküm altına almış iktidar sandıkta büyük bir hezimete uğradı ve deyim yerindeyse sadece İzmir’in değil Türkiye’nin bütün dağlarında çiçekler açtı.

O günden bu yana AKP, freni patlamış kamyon misali yokuş aşağı son sürat sürükleniyor. Yol üzerinde ne varsa önüne alıp bertaraf ediyor. “Seçimi kaybedeceğimizi bilsem de EYT kanun tasarısını onaylamayacağım” diyerek emeğinin karşılığını almak için hak mücadelesi veren binlerce emekliye kapı kapatan AKP Genel Başkanı’nın tutumundan anlayın mevcut iktidarın kaçınılmaz sonunu.

Adalet, eğitim, sağlık sistemlerinin kolonlarına dinamit koyan mevcut iktidar, altın varaklı dinamiti sosyete damatla ekonomiye koydu. Gazetelerin atanamadığı için intihar eden öğretmen adaylarının yer aldığı sayfalarında şimdi yoksulluk ve borçlanma yüzünden canına kıyan aileler yer alıyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre intihar vakaları dünya genelinde son 45 yılda %60 artmış durumda, bu da demek oluyor ki her 40 saniyede bir kişi intihar ediyor. Türkiye'de ise 2002 – 2018 dönemini kapsayan 17 yıllık süreçte 50 bin 378 kişi canına kıydı. İntihar nedenlerinin başında “aile içi şiddetli geçimsizlik”, sonrasında "geçim sıkıntısı” yer alıyor. Aile içi şiddetli geçimsizliğin nedenlerine baktığınızda ise, araştırmalar ilk gösterge olarak ekonomik sorunları işaret ediyor. İntihar etmek belki insan doğasına aykırıdır; ama elverişsiz toplumsal koşullar da insan yaşamının karşısındadır. Bu elverişsiz koşullara karşı verilen savaşta ise herkesin aynı direnci göstermesi her zaman için olası değildir. İntihar, öncelikle sosyolojik bir olgudur. Veriler belli, her geçen gün yurdun dört bir yanından acı haberler geliyor. Türkiye’nin üzerinde bulunduğu bu yeni toplumsal fay hattı gittikçe derinleşiyor. Mevcut iktidar ise çözümü siyanürü yasaklamada, ekonomik kriz var diyenlere soruşturma açmakta arıyor.

Hal böyle iken, seçmenin yerel seçimlerde yönetim vekaletini verdiği toplumsal muhalefetin sorumluluğu daha büyük. Türkiye’nin mevcut sorunlarına reçete belli. İstanbul Bağcılar’da sandık başında günlerce sabahlayan kahramanların, Kırşehir’in, Adana’nın, Burdur’un sandıklarında baharı karşılayanların umuduna gölge düşürmeden daha ciddi bir sorumluluk bilinciyle hareket etmek gerekiyor. Diplomasi ustalığı ile bilinen İngilizler “Uzun süren bir kavgada haklı taraf yoktur” der. Herkesin var kendince bir haklı gerekçesi. Şimdi doğru olanı yapma ve konuşma zamanı.

 Charles Bukowski ne güzel yazmış.

“Hangi çiçek, diğerini ‘sarı açtı’ diye ayıplar? Hangi kuş, ‘farklı ötünce’ diğerine yasak koyar? Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar. Ah insanlar! Her şeyi bulup kendini bulamayanlar.”

Rengarenk bir hafta dileğiyle…