“47 yaşındayım. Bu saatten sonra, bana kim iş verir? 20 yıldır çalıştığım iş yerinde işime son verildi. 20 yıl sonra, kapının önüne kondum. Şimdi cebimde evime dönecek kadar bile para yok ama bir umut İş Bulma Kurumu’na geldim.” İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun önünde uzayıp giden insan kuyruğu iş bulmaya gelen insanlarla dolu. Hepsinin hikayesi çok acı. Ortak noktaları, Corona virüs salgını nedeniyle oluşan ekonomik krizde işlerini kaybetmiş olmaları. Dünya büyük bir ekonomik krizle boğuşuyor. ABD, 1929 Dünya Ekonomik Krizi sonrasında görülen en büyük ekonomik bunalımla karşı karşıya. İşsizlik oranları 1929’dan beri en yüksek noktaya ulaştı. Amerika’da çok sayıda eyalette eli silahlı bir takım insanlar eyalet meclislerini basıp iş merkezlerinin açılmasını istiyor. İşi şiddete kadar vardırdılar. Rusya da ekonomik krizden sert biçimde etkilendi. Putin “Dünyanın ekonomisinin bu krize dayanmaya gücü yok” diyerek alışveriş merkezlerini açma kararı aldı. Türkiye’de geçen hafta başında AVM’ler ikinci dalga Corona Virüs salgını tehdidine rağmen açıldı. Durum hiç parlak değil. Her gün iflasını isteyen çok sayıda büyük çapta işletme var. İşçiler hiçbir güvenceleri olmadan kapının önüne konuyor. İnsanlar sadece işlerini değil umutlarını da kaybediyor. Aileler açlığa mahkum ediliyor.

Bu kaos içinde televizyonlarda pırlanta reklamlarını büyük bir şaşkınlıkla izliyoruz. İşsizliğin, açlığın, yokluğun ve parasızlığın kabus gibi üzerimize çöktüğü ve önceliğin karnımızı doyurmak olduğu bir dönemde, o pırlantaları kim satın alacak? Ama mutlu gezegen reklam kuşakları böyle demiyor. Ekranlar pırıltılı, çok renkli, insanı sinir edecek kadar neşeli bu pıtırcık kadın ve erkeklerden geçilmiyor. Şimdi bir an durup kendimize dönüp bakmak lazım. Tüketim çılgınlığına ara verip öncelikle neyi “istemediğimize” karar verme zamanı. Bu dönem gerçekten neye “ihtiyacımız” olduğunu sorgulamak ve hayatımızı değiştirmek adına mükemmel bir fırsat olabilir.

Peki, bu kaosun içinde işini kaybetmiş sessiz milyonların sesini kim duyacak? İspanyol oyun yazarı Jordi Galceran iş bulmaya çalışan insanların, nasıl insanlıktan çıkmaya zorlandıklarını Metot oyununda alaycı bir dille anlatıyor. İnsan olmak, ahlaki değerler ve açlık arasındaki açmazda sıkışıp kalan insanların tercihleri üzerinden keskin ironi izleyenleri zorluyor. Semaver Kumpanya’nın sahneye koyduğu “Metot” tam bir psikolojik gerilim. Başrollerini Sarp Aydınoğlu, Sezin Bozacı, Serkan Keskin, ve Mustafa Kırantepe paylaştığı oyun iş bulmak uğruna insanların sınırları nereye kadar zorlayacaklarını irdeliyor. İspanyol yazar Jordi Galceran felsefe bölümü mezunu. Aynı zamanda psikolojiyle de ilgileniyor ve oyunda felsefe ve psikolojiyi çok iyi kullanıyor. Amaç günümüz iş dünyasının acımasız kuralları içinde hayatta kalmaya çalışan insanların “işi almak uğruna” neler yapabileceklerini göstermek. Bu insanlar gerekirse ruhlarını bile satarlar. İşte tam bu gelgitler içinde yazar Jordi Galceran insanların işi almak uğruna ne kadar “ileri gidebileceklerinin” ipuçlarını veriyor. Hakikaten, ne kadar ileri gidilebilir ki? Ve buna değer mi? Öte yandan “açlık” var. Aç bırakılan aileler var. Hayatta kalmaya çalışanları kim suçlayabilir?

Mutlu gezegen insanları reklam kuşağında yaşayanların milyonlarca işsiz ailenin durumunu anlayamayacağı çok açık ama gündelik ekmeğinin derdine düşen insanlar için hayatın devamlılığı ilkesi esastır. Pırlanta ve ekmek arasındaki ilişki, hayal dünyasında yaşamakla gerçek dünyada yaşam savaşı vermek arasındaki hassas denklemde yerini alıyor. Denklemin hayattan ve insanca yaşamaktan yana çözüleceğini inanmak için hala umudumuz var. Çünkü günün sonunda masaya ekmek koyuyoruz.