“Doktor bana İzmir yaz/Doktor ben iyi değilim / Bana iki tertip İzmir yaz/ Yüreğim darda bozgundayım / Tütünüm acı tütmekteyim / Çatalkaya'nın dumanı gibi/ Bak benzim kül beyaz/ Doktor binsem bu gece bir trene/ İnerim İzmir'e gün ışırken/ Seçerim denize en yakın masayı/ Martılara gemilere "günaydın" derim/ İskele kahvesinin tavşankanı çay/ Ve Yahudi böreğiyle kahvaltı ederim/ Sonra kalkar yürürüm keyfimce/  Dönerim Gümrük önünden/ Hisarönü, Havra Sokağı, Tilkilik/ Gezerim dolaşırım aylak avare/ Mavi ülkesinde ilk gençliğimin / Agora, Ayavukla, Basmane…” Alekos şiiri okurken sözlere ruhunu döker. Ruh ve vücut acı içinde erir. Omuzları çöker. Her kelime bir anıya karşılık gelir, Ayvuklalı Alekos ruhunun bir parçasını hayatının en güzel yıllarını geçirdiği İzmir’de bırakır.

Tahta iskemlelere oturmuş kadın ve erkekler. Tarihin objektifine bakarlar. Yolculuğa çıkmadan hemen önce, zamanın durduğu bir andan bize doğru bakan acılı gözler için gelecek belirsizdir. Elinde zeytin fidanı tutan bir kadın, bohçasına sıkı sıkıya sarılmış bir başkası, bir kuş kafesi, şemsiyesi, şapkası ve tahta valiziyle apansız bir yolculuğa çıkışın satır başları. Birden gök gürültüsü ve çakan şimşeklerle ortalık karışır, insanlar dört bir yana savrulur. Geriye sisli, siyah beyaz bir fotoğraf karesi kalır. Bu siyah beyaz fotoğraf karesine sığan bir geçmişin hikayesidir. “Sandalım Kıyıya Bağlı”, Egenin iki kıyısını gönülden birbirine bağlayan sevgiyle, dostlukla ilmek ilmek dokunmuş bir yaşanmışlığı anlatır. Bir aşk hikayesi, kardeşlik, dostluk, nefret, kamplaşma, savaşın ve Anadolu topraklarındaki ihanetin çirkin yüzü. 20. yüzyılın başları İzmir. Savaş yılları… İşgal altında bir kent. Direniş. Mustafa Kemal Paşa. Kurtuluş Savaşı ve 9 Eylül’de bir milletin namusunun kurtulduğu gün. Dinçer Sümer’in destansı oyunu “Sandalım Kıyıya Bağlı” oyunundan satır başları. Bu dostluğun ve sevginin kötülüğe karşı direncinin öyküsüdür. Biri Türk Namazgahlı Şükrü Bey, diğeri Rum Ayvuklalı Alekos. Pırıl pırıl iki güzel insan. Sahnede yüreğinde sevgi barındıran iki yiğit Anadolu gencinin dostluğunun, kardeşliğinin hüzün dolu hikayesi anlatılır. Namazgahlı Şükrü Bey’in ilk gençlik yılları, yaşadığı büyük aşk, kardeşim dediği dostu Alekos derken savaşın sıradan insanların hayatlarını nasıl paramparça ettiğini görürüz. Artık anlatılan hikaye sadece genç bir adamın hikayesi değil, bütün bir ülkenin hikayesidir. Vahşi, açgözlü batı emperyalizminin sömürmeyi planladığı Ortadoğu coğrafyasında barış içinde yaşayan halklar için savaş, kıyım ve acı planlanır. Maalesef İzmir de acıdan, kıyımdan yana payını alır. O dönemde habis ruhlar tarafından ekilen nefret tohumları, düşmanlık olarak bugün de varlığını sürdürüyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun sahip olduğu zengin toprakları ele geçirebilmek adına insanlar birbirlerine düşürülür. Kardeşler birbirine düşman olur. Bütün bu kuşatılmış kötülüğün içinde kışkırtılan nefrete ve düşmanlığa rağmen bazı kardeşlik ve dostluklar sonsuza dek sürer.

Sömürgeci emperyalizmin habis planları 9 Eylül’le birlikte bozulur. 9 Eylül İzmir’in Kurtuluşu aynı zamanda bir ülkenin namusunun kurtuluşudur. 9 Eylül Türk milletinin yeniden doğduğu gündür. Sömürgeci batı emperyalizmine atılan bir şamardır! Mustafa Kemal Atatürk’ün attığı tokadın izleri, sömürgeci emperyalistlerin suratında hala alev alev yanıyor. O nedenle, bugün Ege’yi ve Ege’nin her iki kıyısını bir felakete sürüklemekten çekinmiyorlar. Günümüzde korkunç yıkımlara ve savaşlara neden olan aç gözlü batı emperyalizminin kan gölüne çevirdiği coğrafyalardan kaçan insanların göç hikayeleri halen yaşanıyorsa çözüm ne olmalı sorunun cevabı, “Sandalım Kıyıya Bağlı” oyununda olabilir.