Bu yılın başka yıllardan farkı olmalı mı? Olmalı. Olur mu? Bize bağlı, dünya üzerinde yaşayan benzer dertlerden mustarip insanlara bağlı, aynı oyun mu oynanacak, yoksa oyunun kurallarını değiştirmenin vakti geldi mi?

Değişimlerin olduğu yılların yılbaşlarında, ailecek yılbaşlarını kutlayan insanlarda, yeni yılın bir önceki yıldan pek de farklı olmayacağını düşünmüş olabilirler; 1788’in son gecesi Fransa’da veya 1870’in son günlerinde Paris’te, Moskova’da, Havana’da, Kocatepe’de veya Woodstock’da, şurada veya burada.

Yaşam istesek de istemesek de değişiyor, değişimin ise nasıl olacağı bir insan veya onlarcası, yüzlercesi veya milyonlarcası tarafından belirleniyor.

Dünya, giderek daha da garip bir yer halini almaya başladı hem her şeyden haberdar hem de bihaber haldeyiz hem her şeye bir kol mesafesinde hem bir ömür kadar uzak, uzatılan havucun ardından koşan bir ordu gibiyiz, birbirimizi eziyoruz, sistem hukuken yasakladığı saadet zincirini bizzat ve acımasızca uyguluyor.

Belki tüm tarih böyle yaşandı, belki gerçekten sadece güçlüler, kurnazlar ve boyun eğenler ayakta kaldı, belki ama başka belkiler de var, başka şanslar, başka yaşam biçimleri.

  1. yılları bilmem ama 2022 yılı belki de hareket etmek yerine durmanın yılı; sadece durmak, kelimenin tam anlamıyla durmak, sadece öylece durmak, durarak değiştirmek. Belki bu sefer sadece durarak, olduğumuz yerde kalarak, şirketlere benzeyen hayatlarımızı büyüme ve gelişme hedeflerinden mahrum ederek, sadece durmak. Temel yaşamı sürdürmekten öte bir şey yapmamak, sadece durarak, insandan az üretilenin sahibi olmaktan vazgeçmek, nimet adı altında sunulanı istememek, sadece durmak, güneşin doğuşunu ve batışını izlemek sadece, savrulan yaprakları, denizde dalgaları görmek canlı canlı, çizildiği için yenisini satın almak zorunda kalacağımız ekranlardan değil, tam karşımıza alarak izlemek tüm hayatı ve durmak.

Madem insan hareket etmenin bedelleri olduğunu düşünüyor, o zaman belki de bu sürdürülmesi imkansız çarkın bir dişlisi olmaktan çıkmalı, bu sistemin bir müşterisi, bir tüketicisi olmaktan çıkmalı, birilerinin zenginliğine zenginlik katmak için giydiği tüm renklerdeki yakaları bir kenara fırlatıp, öylece durmalı insan, sadece insanca bir duruş, sadece yer çekimine teslim olmak, zaten seni bırakmayan bir fizik kuralının peşine düşmek ama diğer tüm şeyler için sadece durup düşünmek.

Paul Lafargue’ın Tembellik Hakkı adlı eserinden alalım nirengi noktamızı;

Çağımız çalışma asrıymış, öyle diyorlar; aslında acı, sefalet ve çürüme asrı...

Ürettiğimiz tüm mallar, sürümleri kolay olsun ama çok dayanmasın diye, bile bile üstünkörü yapılıyor. Ürünlerinin nitelikleri dolayısıyla insanlığın ilk dönemlerine nasıl taş çağı, tunç çağı deniyorsa, bizim çağımıza da kalpazanlar çağı denecektir…

Çalışın, çalışın proleterler, toplumsal serveti ve bireysel sefaletinizi büyütmek için çalışın; çalışın, çalışın ki yoksullaştıkça çalışmak ve sefilleşmek için daha çok nedeniniz olsun. Kapitalist üretimin acımasız kanunu budur.”