1900 Mart aylarında Hindistan’ın Bombay, Kalkuta hemen sonrasında Mısır’ın İskenderiye, Bahr-i Sefid yörelerinde bir hastalık dehşet saçmaya başlar ve kısa sürede iki bini aşkın kişinin öldüğünü yazar gazeteler. Haç mevsimidir, salgın doğudan batıya yayılacağından Sıhhiye Nezareti teyakkuz ilan etmiş ve olası bir veba salgınına karşı Mısır’dan gelecek gemileri 3 Mayıs’tan itibaren Urla’da karantina adasında ağırlamaları gerektiği İzmir Sıhhiye İdaresi’ne bildirilmişti.

Karantina ilanından hemen sonra Dikilitaş’ta oturan Musevi cemaatinden Yoda Avayo adlı bir kişide veba emareleri görülmesi birden halkta panik havasının doğmasına neden olur. Şüpheli kişi derhal karantinaya alınır ama dönemin Bakteriyolojihane-i Şahane Müdürü Dr. Nikol, “Ahenk Gazetesi’nde” Yoda Avayo’nun kesinkes veba olmadığı ve karantinaların kaldırılması gerektiğini bildirir. Aferin delisi bir gümrük muhafızı o sirada İstanbul’a bir jurnal atarak şunu der: “İzmir’de hiç bir hastalık asarı olmadığı halde bir takım doktorların menfaatleri içün enva-i kıyl ü kalli bais olarak iki gündenberi devran eden şayia-i kazabie üzerine güye bir Yahudi tutulmuş ve yarası meşkukdur, doktorlar raporun vermemişler deyu türlü türlü sözler tevekkül etmektedir.”

Ancak Dr. Nikol’ün imzasını taşıyan resmi rapora bakıldığında hastanın vebaya yakalanmış olduğu apaçıktır. Durumun anlaşılması üzerine karantina önlemleri arttırılır. Kuşadası-Foça arasında bölgeden gitmek isteyen gemiler beş gün ve İzmir’den gitmek isteyenlerin de Nazilli’de yine beş gün karantinaya tutulması kararlaştırılır. Kentin neresinde hastalık belirirse, hastaları izole etmek için onlarca doktor tutulur. Rum ve Katolik cemaatleri de kendi hastaları için tedavi bölgeleri belirlerler. Gerçek ortaya çıkınca İzmir birden hareketlenir fakat yine Musevi cemaatinden Moşe adlı bir kişinin daha illete tutulması İzmirlinin cümleten moralini bozar. Yine Sıhhiye Vilayeti “Yeni hastanın hastalığı son derece hafiftir” diye yazdırır gazetelere. Fakat üçüncü bir hasta daha belirince önce Yunan hükümeti, sonra İtalyanlar ve sonra da Sakız, İzmir’e karşı karantina uygular.

Hemen okullar tatil edilir. Yahudilerin sık yaşadığı yerler seyreltilmeye karar verilir. Arap Hasan Çeşmesi’nin olduğu şimdinin Hatay semtinde çadırlar kurulup Yahudiler oraya alınır. İzmir Avcılar Kulübü ile görüşülüp veba dağıtan farelerin haklanması için yardım istenir. Herkes muayeneye davet edilir ve hasta kişileri ihbar edenlere bir Osmanlı Lirası hediye verileceği beyan edilir.

Faytonların kadife döşemeleri hastalık tutmasın diye naylon ile değiştirilir, çorapsız ve ayakkabısız olarak sokağa çıkmak yasaklanır, Bütün hanlar, bekar odaları müfettişlerce denetlenip hastalık aranır.

İzmirli hastalığın yayılmaması için kati kurallara uyar, hastalıktan korkup kaçan bir kaç firari yine halk tarafından, halk için tutularak geri getirilir. İzmir hem kendini hem etrafını fedakarca korur. En nihayetinde üç ay süren salgında sadece 22 kişi vebaya yakalanır ve bunlardan 11’i ne yazık ki vefat eder.

Bizim bugün yapacağımız iş yüz yıl öncesinin insanlarının gösterdiği fedakarlığı göstermek kendimizi ve çevremizi hastalıktan korumak için en sert tedbirlere bile uymaktır. Hastalığı ciddiye almamak, hor görmek, inanmamak tarihte hiç bir zaman doğru sonuçlar getirmemişken bir an evvel İzmirliler olarak kendimize gelip işin ciddiyetini anlamalıyız. Umarım tüm bu süreçten tüm sevdiklerimizle birlikte tek bir kişi bile eksilmeden geçeriz.