Toplumların önemli ‘kırılma anları’ vardır. Daha doğrusu devletlerin toplumlarını ‘kırdığı’ noktalar. Devletlerin kendisine biçtiği ya da emperyalizm tarafından kendisine biçilen yolda ilerlemek için toplumlarına şekil vermeye çalıştıkları büyük yıkım anları. Hem büyük toplumsal ve siyasal değişimler yaratmaları açısından hem de gerçek anlamıyla toplumun ‘kırımdan’ geçirildiği tarihler olması bakımından kullanıyorum bu kavramı.

Kırıla kırıla geldik bugün içinde yaşadığımız faşizmin kıyısında dolaşan otoriter sisteme. Hiçbir şey bir günde olmadı. Siyasal yapılar ve kadrolar açısından bakıldığında bugünkü rejimi şekillendiren kırılma anları olarak ilki 12 Mart 1971 olmak üzere 12 Eylül 1980 ve 10 Ekim 2015 tarihleri 3 büyük kırılma noktası olarak değerlendirilebilir. Her biri bir diğerinin yarım bıraktığını tamamlamaya çalışan bu büyük kırımlar, hem önemli toplumsal tahribatlar yaratmış hem de devletin rejimini yeni bir yola sokmaya çalışmışlardır. Bu açıdan gerek 12 Mart gerek 12 Eylül üzerine çokça konulmuş, tartışılmış siyasal olarak hesap sorulamasa da bir şekilde yüzleşilmiş ve aşılmaya çalışılmış kırım anları. 10 Ekim ise öyle değil. Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı olan ve 103 insanımızı kaybettiğimiz bu katliam yarattığı toplumsal tahribatın boyutu ve sonrasında kurulan siyasal rejimin yarattığı tahribat yeterince konuşulamıyor, bir türlü yüzleşilip siyasetin konusu yapılamıyor. 10 Ekim Katliamı davasının kendisi bile neredeyse sadece ailelere ve onların avukatlarına bırakılmış durumda.  Böyle olunca toplumdaki kötürümleşme hali de bir türlü tersine çevrilemiyor.

Elbette 10 Ekim’in tarihimizde yaşadığımız en büyük katliam olması tesadüf değil. Emperyalizmin bölgedeki ihtiyaçları ve kurulmak istenen yeni rejimin inşası için toplumun tamamen kötürüm haline getirilmesi, daha önceki kırım dönemlerinde yeterince bastırılamayan emek ve demokrasi güçlerinin yeni rejimin önündeki engeller olmaktan çıkarılması gerekiyordu. Zaten bu yüzden böyle bir katliama göz yumuldu. Katliamın ardından geçen 6 senelik süreye baktığımızda rejimin bu amacına ulaştığını görüyoruz. Bu süreçte rejim “köpeksiz köyde değneksiz dolaşmanın” verdiği rahatlıkla her türlü sömürü ve baskıyı hayata geçirirken en ufak bir örgütlü itirazla karşılaşmadı. Hâlbuki bu zaman zarfında ülkenin dört bir yanında çevre hareketleri, kadın hareketleri, köylüler, öğrenciler, işçiler kendiliğinden harekete geçtiler, geçiyorlar ama bunları örgütleyip uzun vadeli bir mücadele içerisine sokacak siyasal yapıların ve sendikaların kafalarını kaldırmaya mecalleri yok. Bu yıl 6’ncısı yapılan 10 Ekim anmalarına katılım düzeyi bile bu mecalsizliğin bir göstergesi. Özellikle Ankara’daki anmalara, anıtlara* yapılan saldırılardaki cüretkarlık ve pervasızlık rejimin niteliğiyle olduğu kadar bu mecalsizlikle de alakalı.

Ülke yeni bir dönüm noktasına doğru yaklaşırken bu mecalsizliğin sarıp sarmaladığı sol ve sosyalist güçler tamamen denklemin dışına düşmüş durumdalar. Artan yoksulluk, işsizlik, gelecek kaygısı, demokrasi ve laiklikten uzaklaşmanın yarattığı kaygılar toplumu sararken bu sorunlara yegane çözüm adresi olan sol ortalıkta görünmüyor. Toplumun talepleri tamamen sol değerler üzerinden şekillenirken siyaset sağ ve aşırı sağ arasında sıkışmış vaziyette. CHP yanına 5 tane sağ partiyi de alarak yönünü açıkça ilan etmiş durumda. HDP yönünü belirlemekte kararsız. Koşulların kendilerini mücadeleye davet ettiği sol ve sosyalist yapılar ise hala tereddüt halindeler. Bu tereddüt halinin aşılması için 10 Ekim’in daha fazla konuşulması ve onunla yüzleşilmesi gerekiyor. Toplumu sokağa çıkamaz hale getiren iktidarda sandığı tek çözüm adresi olarak gösteren resmi muhalefet de 10 Ekim’in yarattığı bu tahribattan besleniyor. Bu tahribatı ortadan kaldıracak olanlar ise 10 Ekim’de hedef alınan emek ve demokrasi güçlerinden başkası değil elbette. Bu yüzden mırıldanarak yapılan birlik çağrılarından daha fazlasına ihtiyacımız var. Bir an önce somut adımlar atılmalı, restorasyon hazırlıklarının hızlandığı dahası yeni Anayasa planlarının yapıldığı şu günlerde ölülerimizi ıslıklayanlara ve yakınlarına gaz sıkanlara meydan daha fazla bırakılmamalı.

*Alsancak Garı’nın karşısındaki park alanına Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde inşa edilen “10 Ekim Anıtı”nda emeği geçen herkese teşekkür ederim.