Varyant’ ın yokuşundan aşağı bakınca başım döndü. Yuvarlansam şu otobüsten daha hızlı giderim, deyip güldüm. Kent kartını bir öğrenciye ödünç veren güler yüzlü kadını birisine fena benzettim. Kim olduğunu hatırlayamayınca bir şarkı açıp yolu izlemeye başladım. Denize doğru yaklaşırken Bülent Ortaçgil aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu:

“Yaşam bizden hızlı/ beklesen olmaz/ kararımı çoktan verdim/ denize doğru”

Konak’a geldim. Bir otobüse daha bindim. Şarkı susmuştu, ben tekrarladım.

Yaşam bizden hızlı. Yetişen selamımızı söyleyiversin.

***

Geçen sene üniversitedeki bir hocamız derste “Hayatınızdaki en büyük beklentiniz nedir?” diye sorduğunda cevap olarak “iyi bir iş, bol para, kariyer yapmak” gibi birçok şey sıralayıvermiştik bir solukta. İçimiz kör bir hevesle çalkalanıvermişti birden. Aramızdan biri “Param çok olmasa da olur, yeter ki...” demeye kalmadan ışık hızında bir cümle çıkıvermişti hocanın ağzından:

“Yok öyle şey! Sen bu kafayla zaten hiçbir şey elde edemezsin. Hayatta hep daha fazlasını isteyeceksin, daha fazlasını!”

O gün bugündür bu söz hastalıklı bir sürüngen gibi geziniyor aklımda. Hep daha fazlasını isteyeceksin!

Evimiz olmadan panjurunu pembe istedik, bahçemiz olmadan bağındaki üzümden yaptığımız şarabı yudumladık. Yeri geldi sarhoş da olduk. Hayal de düş de bizim elbet, buna sözüm yok. Ama bu beklentiler uğruna dörtnala giden şu günlerimizi emekleyerek kovalamaktan başka bir şey yapamıyoruz ki. Vakti gelince yetişeceğiz belki, diyeceğim ama, Bülent abi çoktan çözmüş gibi bu işi.

Yaşam sahiden bizden hızlı. Bazıları buna büyümek diyor ve ben bazılarının söylediği şeyleri anlamakta hâlâ güçlük çekiyorum. En başta da o derste söylenenleri.

Büyüyoruz. Üstelik buna bir çare bulamamışlar henüz. Çocukluğun masumiyeti, saflığı parlamıyor gözlerimizde. Derdimiz, ellerimize değen toprağın teninden ve beyaz elbisemize bulaşan çamurun renginden uzaklaşalı epey zaman oldu. Koştuğumuz böğürtlen dolu patikalarda ağzımızı çeşmeye dayayıp kana kana su içmiyoruz. Düştüğümüzde kanayan dizlerimizi kapattığımız yara bantları küçük geliyor artık yaralarımıza. Her şey değişti. Koştuğumuz yaralara bilerek dizimizi kanatıyoruz artık. Büyüyünce böyleymiş bu işler.

-Eee, afedersiniz, müsait bi’ yerde inebilir miyim acaba?

İneceğim durağı kaçıran ben, gelmiş burada yaşama yetişmekten bahsediyorum. Laf-ı güzaf!

Çukurova’nın geceleri bol yıldızlı olurmuş. En büyük, en parlak yıldıza Yaşar Kemal demişler. İyisi mi yaş kemale ermeden biz Yaşar Kemal’e erelim ve onun uzuuuuun ama bir solukta okuduğumuz Kırmızı Deynek şiirinden bir kısmı anımsayalım:

“ben diyorum ki size, ben aşkın ve ümidin adamı
işte ben böylesi bir adam
ben diyorum ki size
bir dil bulacağız her şeye varan
bir şeyleri anlatabilen
böyle dilsiz, böyle düşmanca, böyle bölük pörçük
dolaşmayacağız bu dünyada.”

***

Hepimiz “iyi bir iş, bol para…” diye cevap vermiştik dersteki o soruya. Birimiz de çıkıp “böyle düşmanca, böyle bölük pörçük dolaşmayacağımız bir dünya”  dememiştik hâlbuki.