Berkcan Zengin / İz Gazete - İzmir’de 17 Nisan günü ‘Evet’in meşru olmadığını, ‘Hayır’ın meşru olduğunu belirtmek ve referandum sonucunu protesto etmek için Bornova Küçükpark Meydanı’nda toplanan gruba polis müdahalesi sonucu gözaltına alınan, aralarında video aktivisti Kazım Kızıl’ın da bulunduğu 7 üniversite öğrencisi 22 Nisan günü çıkarıldığı mahkemece ‘Cumhurbaşkanı’na Hakaret’ suçlaması ile tutuklanmıştı.

43 gündür tutuklu bulunan video aktivisti ve belgeselci Kazım Kızıl’dan mektup var.

BU CEZAEVİ BENİM ‘KUVÖZ’ÜM !

 ‘Sevgili Siz;

Bana burada, yani çiçeklerin ve renklerin sadece çarşaf desenlerinde bulunduğu bu cezaevinde en iyi gelen şeyden bahsetmek istiyorum. Yani SİZ’den… Senden, ondan, bundan, şundan, hepinizden…

İlk üç gün tutulduğum tecrit koğuşunu düşünüyorum da… (sahi, üç gün kaç gündür?) Derin iç çekişlerim, “burası da neresi?” demelerim, “gölgemin karartısı ile tüm saydamlıkları sırlandırıp aynaya çevirmelerim” (Turgut Uyar’ıma çiçekler olsun) ve daha çok bir şeyler, her şeyler…

Üstümüzdeki kıyafetler harici her şeyin yasak olduğu tecritte, sigara küllerini (neyse ki küller yasak değildi toprak gibi) suya katıp “mürekkep” yaptım önce. Sonra da yerdeki karoya kareler çizdim; 8x8… Ve kahvaltı için verilen meyve sularının boş kutularından taşlar hazırladık, birlikte gözaltına alındığım arkadaşlarla; piyonlar, kaleler, atlar, filler, vezirler… (Zweig de çiçeklensin…) Olmuyor, satranç oynamak da kar etmiyordu. Doğru dürüst bir şey yiyemiyor, of’lamadan düşünemiyordum. İyi değildim anlayacağınız; hep o belirsizlikten, cezanın kendisinden bile ağır olan o lanet olasıca belirsizlikten.

Sonra bir şey oldu… Abilerim ve ablam geldiler beni görmeye, savcılık izniyle… Haberler getirdiler ordan buradan; selamlar, sabahlar… “yalnız değilsiniz”ler… “yanınızdayız”lar… “merak etme çıkacaksın”lar… “ne işin var orda”lar… “hadi çık gel”ler… “seni seviyoruz”lar… “özledik”ler…

Ruhuma adrenalin zerk edilmişti sanki; canlanıp kanlanmıştım!
Ve sonraki günler de devam etti bu…

Mesajlar, haberler, mektuplar… Yakın çevremdekilerden, belki ancak bir kez görüştüklerimden, hiç bilmediklerimden, benim bilip de beni bilmediklerini düşündüklerimden, gitmediğim kentlerden, uzak ülkelerden…

Sonra… Birilerinin hakkımda yazıp çizmesi, birilerinin koşturup didinmesi… Birilerinin bildiri hazırlaması, birilerinin imzalaması… Birilerinin twit atması, birilerinin sofralar kurması… Birilerinin sergiler açması, birilerinin tiyatro oyunu yazması… Birilerinin toplanıp, birilerinin mektuplar yazması…

Birilerinin durmayıp koşturması, birilerinin düşünüp durması…

Ve daha neler neler; çok bir şeyler, her şeyler…

Yalnızdım(!) burada belki ama gittikçe kalabalıklaşıyordum. Ah ne güzel, ne güzel!..

Cioran yalnızlık için “onu diyaloga peşkeş çektik” diyor; bu durumdan üzüntü duyduğunu belirterek. Oysa bu durum, ruhumun burada dinç ve diri kalmasının en önemli kaynağı. Yalnızlığımı, tüm bilincim ve isteğimle diyalogunuza peşkeş çekiyorum, oh ne güzel...

Sevgili Siz;

Yıllar önceydi, bir makalede okumuştum. Makalede prematüre doğduğu için bir süre kuvözde yaşamak zorunda kalan bebeklerden bahsediyordu. Bu bebeklere günde yarım saatlik bir “dokunuş”un hayatta kalma olasılıklarını ̴%30 oranında arttırdığını yazıyordu. Video ve fotoğraf çalışmalarımdaki tüm “dokunuş”larımda bu hep aklımın bir köşesindeydi; nereye gitsem kendimle götürüyordum…

Şimdi düşünüyorum da… Çiğ yumurtanın bile özlendiği (15 yıldır hapis yatan insan öldürmemiş Katil Orhan’ın isteğidir); başları siyah, gerdanları kızıl-kahverengi kırlangıçların bile, birkaç dakika konup sonra “kaçtığı” bu cezaevi de benim “kuvöz”üm!

Ve Siz; durmadan dokunuyorsunuz bana… (durmayın lütfen!)
Ellerime gözlerime… Saçlarıma kalbime…

Örttüğüm yerlerime… Gizlediğim yerlerime… Belki de unuttuğum yerlerime…

Her dokunuşla daha çok tutunuyorum bir şeylere… Çok şeylere…

Her şeylere…

Daha ne diyeyim ki?

Bir gün ağız dolusu güleceğiniz videolar çekeceğim size; söz olsun…

Ka

(Belki mektup yazarsınız, kim bilir?)
Adresim: Menemen T Tipi Cezaevi
Sol B/7 Koğuşu Menemen/İZMİR ‘

Editör: Haber Merkezi