Kırmızı buğday, Anadolu buğday çeşitlerinden biridir. Sert kabuklu ve hafif kırmızımsı renktedir. Tüm endemik bitkiler gibi, yetiştiği doğa koşullarına uyum sağlamıştır. Kırmızı buğday, yetiştiği yerdeki hastalıklara karşı da dayanıklıdır. İlaçlamaya ( Zehirlemeye ) gerek duyulmadan yetişir.

ABD nin, genetiğini değiştirerek bize dayattığı bir buğday cinsi olan Sonora 64 ün kırmızı buğdaydan elde edildiği, çeşitli kaynaklarda yazılmıştır. Sonora 64 hastalıklara karşı dayanıksızdır. Zehirleme yapmadan, yeterli düzeyde ürün almak olanaksızdır. Daha çok ürün verdiği ve daha kısa sürede yetiştiği propogandası ile ülkemize sokulan Sonora 64 buğdayı, yerli buğday türlerimizi yok etmek üzeredir. Yetişmesi için kullanılan zehirler, toprak dokumuzu da tahrip etmiştir.

Kırmızı buğdayı korumak için geçmişte yaşananları anımsadığımızda, Sonora 64 ü satın alıp kullanma mantığını kavramak mümkün olmamaktadır.

Birinci dünya savaşından Osmanlı' nın mağlup çıkmasından sonra, Mondoros Mütarekesine dayanarak, emperyalist güçlerin Anadolu' yu işgal ettiği günlerde yaşanan bir olayın hikayeleştirilmesi ve üzerine yakılan  türkü, kırmızı buğdayın da hikayesidir. İlerleyen yıllarda, türkünün uğradığı deformasyon da, Anadolu buğdayının uğradığı emperyalist saldırının etkisi olarak hafızamızda yer etmelidir.

KIRMIZI BUĞDAY TÜRKÜSÜNÜN İLK HALİ

Kırmızı buğday ayrılmıyor hadülen kanından
Can bulaşmış Ali Osman Efe' nin hadülen canından
Kurşun girmiş Efemizin hadülen dört bir yanından
Yürü serbest yürü beyaz Aşem örme saçlar sürünsün
Açıver ak gerdanını Aşem hadülen sinen görünsün
Göçbeyli altında selamet geçtim hadülen sağ geçtim.
Sarıcalar deresinde pusuya düşüp kendimden geçtim.
Aklımı zor topladım hadülen Cingeye dar kaçtım.
Yeğitler yeğidi Ali Osman Efem yerde yatıyor.
Heybesinde buğdaylar hadülen kanıyla yatıyor.
Kırmızı buğday ayrılmıyor hadülen aman saçımdan.
Mevlam bana versin beyaz Aşem güzellerin gencinden.
Kim ayrılmışki hadülen ben ayrılem Aşem eşimden.
Serbest yürü Beyaz Aşem örme saçları sürünsün
Aç beyaz gerdanı da Aşem hadülen sinen görünsün.

Bu türkünün hikayesi Ali İhsan Güngül tarafından derlenmiştir.

"Andıç'a kayıt tarihi 28/ 2/1941 olarak kaydolunan bu türkümüz de Göçbeyli ile Bölcek arasındaki Sancalar deresinde yaşanan bir olaya aittir. Olay Yunan işgali sırasında cereyan etmiştir. Bergama'nın ova köylerinin hasadına el koyan Yunan karakolları, köylümüze ancak tohumluk kadar tahıl bırakmıştır. Halk harman yerlerini süpürür, tarlalardan topladığı başaklardan avucuna taneleyip onları öğütürmüş.Yine bir gün Bölcek köyünden ihtiyar bir kadın heybesine topladığı tozlu topraklı buğdayları evine getiriyor. Yolda Alibeyli köyünden Arap Ali Osman Efe, ihtiyar kadının haline acıyıp “Ben taşıyayım” diyerek heybeyi alır. Biraz ileride kendisine pusu kuran Yunan devriyesinin tuzağına düşer. Bir kaç tane yara almasına rağmen, mısır tarlalarının içerisinden kaçıp kurtulur.''

 Buğdaylar, efenin kanı ile boyanmıştır. Daha sonra, buğdaylar tohum olarak kullanılıp ekilir. Kanla sulanmış tohumlardan çıkan başaklar da kırmızıdır.

Bir başka anlatımda ise şöyle geçer :

'' Bergama ve yöresi işgâl altındayken yunan askerleri köylünün elinde ne varsa alıp gider, ancak tohumluk kadar zahire bırakırmış. Köylüler de tarlada kalan başakları toplar, harman yerlerinde kalan süprüntüleri temizleyip alıp öğütürmüş. Alibeyli Köyü'nden Arap Ali Osman efe, yunana baskın verir, ambarlarında topladıkları buğdayları ve arpaları yağmalayıp köylüye dağıtırmış. Bir gün yunan Göçbeyli, Kadıköy, Bölcek'ten toplanıp birleşmiş, Ayasköy'den de makinalı tüfek alıp efe'ye pusu kurmuş. Alibeyli'den Bölcek'e cuma namazına giden efe kurulan pusudan habersiz yolunda yürürken, tozlu topraklı heybesine buğday koymuş taşımaya uğraşan bir yaşlı kadın görür. "ana ben de sizin köye gidiyom, ver heybeni taşıyam." der, yükü sırtlanır ve birlikte yürümeye başlarlar. Sarıcalar yakınında dereden geçerken yunan ateş açar. Efe yaralanır ama kendini bir tarlaya atar, bir kaç yunan askerini vurur. yaşlı kadın arkalarından bakakalır, heybeden dökülen buğdaylardan toplar, Bölcek'e varır, durumu oradakilere anlatır. Hemen pusunun atıldığı yere varırlar ama efe yaralı da olsa Çinge'deki arkadaşlarının yanına ulaşmayı başarmıştır. Gidenlerden biri, yerde efenin kanına bulanmış olan buğdayları görür, toplar. Ekim zamanı tarlasının bir köşesine bu buğdayları eker. Derler ki tarlanın o köşesinde boy veren buğdaylar diğerlerinden daha bereketli olmuş, renkleri de kıpkırmızıymış.''

Bergama kaynaklarında, öykünün daha ayrıntılı bir hali yer almaktadır. Ali Osman Efe' nin yaşayan akrabalarının anlatımları ile oluşturulduğu belirtilen bu derleme şöyledir :

ALİ OSMAN EFE (MAVRO) VE KIRMIZI BUĞDAY
Arap olduğu için Yunanlılar ona Rumca kara anlamında 'Mavro' demişlerdir. Hatta yardımcısı da zenci bir efey­di. 12 kişiden oluşan çetesi, Yunanlılar arasında mavrolar diye korku salmıştı. Çünkü çok cesur olan Ali Osman Efe, umulmadık yerlere ve beklenmedik zamanlar­da baskınlar yapardı. Önüne çıkan Yunan müfrezelerini dağıtır, subaylarını izleyip yok ederdi. Bu nedenle Yu­nan komutanlığı başına 300.000 drahmi ödül koymuştu.

Ali Osman Efe, bağımsız dolaşmaya alışmıştı ve yiye­cek, cephane gibi gereksinmelerini, koruyup-kolladığı köylerden sağlıyordu. Ancak Soma'daki kuva-i milliye karargahından, öneriler almakta ve kendilerine katılmaları istenmekteydi. Bunun üzerine Soma’ ya gelen Ali Osman Efe, koşul ileri sürerek katılacağını belirtti.
Komuta altına girecek ve fakat bağımsızlığını da koruyacaktı. Uygun görülünce Cinge cephesinde görevlen­dirildi.
Arap Ali Osman Efe, bir gün Bölcek köyüne gitmek istedi. Burası sınır sayılırdı ve köyde Yunan askerle­ri vardı. Hatta uyarılmış ve tehlikeli olacağı söy­lenmişti. Dinlemedi ve kızanlarını yanına alıp yola koyuldu.
Gözetici bir Yunan eri, minareden izliyordu ve kendilerinin yaklaştığını komutanına haber verdi. Oysa bizim efeler, minaredeki adamı müezzin sanmışlar­dı. Köydeki Yunan askerleri, Sarı Yüzbaşı diye bilinen Giritli komutanlarının emriyle pusu kurmuşlardı. On­lar da Mavrolardan öç almayı ve hepsini yok etmeyi düşünüyorlardı. Fakat Mavro korkusu, telaş ve aceleci­lik getirmiş olacak ki vakitsiz ateş ettiler ve ön­lem almalarına fırsat vermiş oldular. Ne var ki Ali Osman Efe vurulmuştu. Bunun üzerine karşılıklı kurşun yağ­muru başlamış ve Ali Osman Efe iki yerinden daha yaralanmıştı. Ali Osman Efe yere düşmüş ve iki kızanı da yanında şehit olmuştu. Efenin öldüğünü sanan Yunan askerleri geri çekilince, kızanlardan Ali Efe de sağ olanlarla birlikte çekildi.
Ağır yaralı Ali Osman Efe, sürünerek bir mısır tarla­sı içine girdi. Kan izinden Yunanlılar fark etmiş ve tarlada aramaya başlamışlardı. Nitekim Sarı Yüzbaşı onu bulmakta güçlük çekmedi. Tabancasını boşaltıp öldürmek istedi. Ağzı, yüzü kan içinde, dili parçalanmış ve beş kurşun daha yiyip ölmeyen Ali Osman Efe, can havliyle davranıp Parabellumunu ateşlemiş, başına dikilen Sarı Yüzbaşı ile üç Yunan erini öldürmüştür. Bu haliyle sürüne sürüne, düşe kalka yola çıkmış ve kurtulmuştur.
Ali Osman Efe, iyileştikten sonra 200 kişilik bir kuv­vet toplayarak Balıkesir' de bulunan Yüzbaşı Kemal'in emrine girmiştir. Kuva-i Milliye müfreze komutanı ola­rak başlangıçta verdiği hizmetler, daha sonra düzenli ordu kurulunca da sürmüş ve Kurtuluş Sayası zaferle bitince Atatürk tarafından gazilik madalyası ve Alibeyli köyünde yaklaşık 60 dekarlık arazi ile ödül­lendirilmiştir.
1951 yılında Bergama'da ölen Ali Os­man Efe, Alibeylili olmasına karşın Bergama'da meza­rlığına gömülmüştür.
Ali Osman Efenin yukarıda anlatılan kahramanlığı onun adına bir türkü yakılması ile sonuçlandı Göçbeyli çevresinde kaynağı tam bilinmeyen kişilerce sözleri oluşturuldu (anonim) Ayas köyü (şimdiki Ayaskent) imamı olan Ali tarafından bestesi yapıldı.''

 

Efenin kanıyla boyanmış bu buğdaylar için yapılan güfte daha sonra Ayasköy Medresesi hafızı Ali tarafından bestelenip, Zeybek oyunu müziği olarak söylenmiştir.

Bu türkü konusunda, İzmir - Bergama ve Manisa arasında sahiplenme yarışı yaşanmaktadır. İzmir - Bergama sahiplenmesinin kaydının 1941 yılında yapılmış olması nedeni ile, daha sonra kayıtlanan ikinci versiyonun, bundan türediğini söylemek doğru olacaktır. Bestenin aynı olduğu,  sözlerinin değiştirildiği ( aslında, deforme edilip içeriğinden koparıldığı demek gerekir ) görülmektedir.

Kırmızı Buğday türküsünün, Manisa sahiplenmesindeki sözleri şöyledir :

Manisa-Haydar Bayçın-Muzaffer Sarısözen

Kırmızı buğday ayrılmıyor sezinden
Mevlam Mevlam versin güzelleri gencinden
Kim ayrılmış ben ayrılam eşimden
Yörü yörü dilber salma saçın sürünsün
Açıver açıver cepkenini elmas gerdan görünsün
Yol üstüne kurakoymuş ilyeni
Ben istemem mavi şalvar giyeni
Ben isterim setre pantol giyeni
Yörü yörü dilber salma saçın sürünsün
Açıver açıver cepkenini elmas gerdan görünsün.

Andıça 1950 yılından sonra kaydedilen bu versiyonda, Ali Osman Efe' nin adının geçmediği, işgale karşı direnen Anadolu insanına dair biz iz görülmediği, tarihsel bağların koparıldığı açıktır. '' Zeytinyağlı yiyemem aman, Basma da fistan giyemem aman '' türküsü gibi, bu versiyonun da, dış müdahale ile oluşturulduğu izlenimini edinmek mümkündür. Birbirinden bağımsız iki türkü olma ihtimali bulunmamaktadır. Her iki türkünün de bestesi aynıdır. Bu yüzden, ilk halinin gerçek olduğunu kabul etmek gerekir.

''Kırmızı buğday ayrılmıyor sezinden'' den olarak yazılan mısranın aslı  '' Kırmızı buğday ayrılmıyor hadülen kanından '' şeklindedir. Sez, kabuk demektir.

"Ben istemem mavi şalvar giyeni,
ben isterim setre pantol giyeni."

Olarak yazılan mısralar da, efe türküsünden kopuşun itirafıdır. Mavi şalvar, efe kıyafetinin bir parçasıdır. Setre pantol ise memur kıyafetidir.

Yararlanılan kaynaklar :

- Bergama Belleten - Özel  Sayı - 13 - Nihat Özçoban - Bergama Kültür ve Sanat Vakfı

- Zeybekoloji

- Biz Egeliyiz - Face grubu

-Zeybeklik Kurumu ve Zeybek Oyunları - Doktora Tezi - Mehmet Öcal Özbilgin - İzmir 2003 - E.Ü.

- Önder Altuğ Bloğu -  Kırmızı buğday neden kırmızı ? Bergamalı Arap Ali osman Efe - 17 Eylül 2008