Doç. Dr. Selin Sayek Böke*

Her gün binlerce insanın Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde, yüz binlerce adım attığı Adalet Yürüyüşü, gelecekte, geriye dönüp bakıldığında, Türkiye demokrasi tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olarak anılacak.

Siyasetin tüm olağan kanallarının tıkandığı bir zeminde yeni siyaset arayışında önemli bir büyük adım olarak değerlendirmeliyiz adalet için atılan yüz binlerce adımı. Yürüyüşte atılan adımlar, Saray’ın tek adam siyaseti tarafından tıkanmış, daraltılmış olan ‘’normal’’ siyaset kanallarına alternatif, yeni bir demokratik kanalın var olduğunu, mümkün olduğunu göstererek topluma büyük bir nefes aldırdı. Ancak adalet yürüyüşünün geleceğin aydınlığına işaret ediyor olmasının nedeni yalnızca bugün Saray faşizmine karşı, demokraside kararlı bir ısrarı temsil etmesi değil. Bunun ötesinde, adalet yürüyüşü, Türkiye’nin ihtiyacı olan CHP öncülüğünde yeni özgürlükçü siyasete bir fırsat penceresi açtığı için kıymetli. Bu anlamda adalet yürüyüşünü yalnızca günlük bir kazanım ve toplum adına bir ses olmanın ötesinde, her şeyden önce muhalefet etmenin içeriğini ve biçimini yeniden tanımlamayı zorunlu kılan bir siyasi kırılma noktası olarak değerlendirmeliyiz.

Adalet yürüyüşü toplumsal muhalefetin bütün bileşenlerinin yeniden bir araya gelmesini sağladı. ‘Dip dalgasının’  özgürlükçü bir iktidar alternatifi olarak siyasete kanalize edilmesi için yeniden umut ışığı oldu. 16 Nisan referandum çalışmalarında partilerüstü bir toplumsal siyasi mücadelenin gücünün referandum sonuçlandıktan sonra ortaya çıkan gayrimeşruluk karşısında salt hukuk eksenine çekilerek sınırlanmasından duyulan umutsuzluğu kırdı.

Bir kez daha karşımızda örgütlü siyasi partilerden bağımsız olarak büyüyen toplumsal muhalefetin enerjisini Türkiye siyasetinde belirleyici kılacak adımları hızla ve bütünlüklü biçimde atarak siyaseti etkinleştirme fırsatı var. Daha önce de karşımıza çıkan fırsatlarda elde ettiğimiz deneyimleri de kullanarak bu seferi farklı kılabiliriz. Bu sefer başarmamız gerek, ve başarmamız mümkün.

Adalet Yürüyüşü bir kez daha gösterdi ki Türkiye’de ‘’meşru’’ bir rejim var-‘’mış’’, ‘’normal’’ siyasi koşullar mevcut ve siyasi kanallar açık-‘’mış’’, hukuk var-‘’mış’’ gibi davrandığımızda değil, bu gerçekleri tespit ederek yeni siyasi kanalları açmak ve toplumsal muhalefeti örgütlemek için mücadele verdiğimizde başarılı oluyoruz. Aksi biçimde hareket ettiğimizde toplumsal sıkışmışlığına rağmen Saray rejiminin kendi dilini ve iktidarını bizim üzerimizden yeniden üretmesine imkan veriyoruz. Siyaseti yeniden tanımlamaya karşı çekingen davranan, siyasetin kendisini yeni bir toplumsal muhalefetin öncüsü olarak değil iktidarın elinden ’muhafazakarlık’ kozunu almak üzerine kurgulayan muhalefet, aydınlık Türkiye yarınlarına can suyu vermekte zorlanıyor. Oysa Adalet Yürüyüşü gösterdi ki toplumsal muhalefete öncülük edecek ve kendi siyasetini yapacak bir muhalefet Saray rejimini paniğe sevk ediyor.

İşte CHP’nin önüne bir kez daha çıkan tarihi fırsat budur; Hayır iradesinde buluşan, Adalet Yürüyüşü ile güçlenen toplumsal muhalefete öncülük etmek ve toplumun dinamik gücünü siyasete dahil ederek ve büyüterek gerçek bir dönüşümü başlatmak.  

CHP’yi, yükselen toplumsal ‘dip dalgasının’ siyasi öncüsü yapmak için birkaç aşamadan oluşan bir toplam siyasi kararlılığa ihtiyaç var. Hedef ve kitle tarifini yapmak, bu tarif doğrultusunda özgün bir siyasi dil oluşturmak ilk önemli adımlardan. Örgütlenme biçimini ve pratiğini çağın gereklerine ve Türkiye’nin dönüşmekte olan sosyolojisine ayak uyduracak biçimde yenilemek elzem. Bu örgütlenmenin dayanacağı özgürlükçü sosyal demokrat bir siyasi programa ve onun taşıyıcısı olabilecek bir kadro ile toplum önüne koyan bir siyasi kararlılığa ihtiyacımız var. Yani adalet yürüyüşüyle ortaya bir kez daha çıkan toplumsal enerjiyi, dip dalgasını bir “kurucu siyasete” dönüştürmeliyiz.

Bundan sonrasının yol haritası belli. Gelinen noktada, yeni toplumsal sözleşmenin temelini oluşturacak prensipler etrafında toplumsal muhalefeti bir araya getirmenin ötesinde bu eylemliliği sonuca taşıyacak  somut adımların da tarif edilmesi gerek. Sadece eylem değil, o eylemin siyasi kazanımını tarif eden, hedefi de yol haritasını da mücadelenin bir parçası yapacak eylem planlarını her aşamada ortaya koymaya ihtiyaç var.

Öncelikle hedef ve kitle tarifini doğru yapmaya ve siyasi dilimizi bu tarif doğrultusunda şekillendirmek önemli. CHP’nin öncelikli hedefinin özgürlükleri, laikliği ve demokrasiyi vazgeçilmez gören yeni toplumsal dip dalgasının kurucu unsuru olan toplum kesimlerinin hassasiyet, beklenti ve itirazlarını hakkıyla temsil etmek olması gerekir. Bu dip dalgayı Gezi’de, adalet yürüyüşünde, AKP faşizmi karşısında direnmekte kararlılığını ve duyarlılıklarını cinsel tacize karşı, eğitimde yaşanan yıkım ve dönüşüme karşı, zeytinlik talanına karşı, Cerattepe’de ve daha nice alanda ortaya koyan kalabalıklarda görüyoruz. Türkiye’nin yeni laik-demokratik siyasetinin kurucusu olacak dinamik toplum kesimlerini mobilize etme, örgütlü siyasete dahil etme fırsatını, ‘muhafazakarlara konuşalım’, ‘sağa açılalım’ gibi siyaseti bir toplum tahayyülü olmaktan çıkarıp, konjonktürel taktiğe indirgeyen yaklaşımlara feda etmemeliyiz.  AKP hegemonyasının giderek daralan ‘biz’ tanımı dışında kalan ‘muhafazakar’ yurttaşlarımız da elbette bu yeni siyasetin parçası kılınmalıdır. Ancak bunun yolu, AKP’ye benzer, Türkiye’nin çökmüş merkez sağına öykünen bir siyasi dil kurgulamak değil, herkesin Anayasal haklarını, yaşam biçimini ve özgürlüğünü savunan, hukuk devleti temelinde yükselen adil bir kalkınmayı hedef edinen samimi, net, çizgileri belli özgürlükçü bir siyaset dili inşa etmektir.

İkinci önemli unsur, bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu rejimin, normal siyaset kanallarını tıkayan bir faşizm olduğu bilinciyle mücadele ve örgütlenme biçimini tanımlamak olmalı. Meclis içinde mücadelenin önemini akıldan çıkarmayan, ancak otoriter bir rejim karşısında mücadelenin ancak ve ancak meclis içi ve meclis dışı demokratik yöntemleri bir arada etkin biçimde kullanmakla mümkün olduğunu içselleştirmiş bir muhalefet anlayışını sürekli kılmalıyız. Daha önce Gezi’de, Yırca’da, taciz yasasında etkinliği ispatlanmış bu muhalefet anlayışına doğru Adalet Yürüyüşünde attığımız dönüştürücü adımları sürdürmeli, bir yöntem olarak kalıcı kılmalıyız. Meclis dışı demokratik mücadelenin etkin götürülebilmesinin yolunun, bu mücadeleleri taşıyabilecek, toplumsal muhalefetin bileşenlerini siyasete ve CHP’ye taşıyacak bir örgütlenmeden geçtiği aşikar. Bu anlamda, dönüşümün üçüncü ayağı olarak,  ‘dip dalgasının’ heyecanını, umudunu ve dinamizmini parti örgütlerimize taşıyacak bir örgütsel çalışma yapmalıyız.

Bu dönüşümün bir başka aşaması ise programa dair atılacak adımlar. Kendi ideolojik tercihleri, temel sorunlara dair çözümleri ve siyasi ilkeleri net bir özgürlükçü sosyal demokrat programı 2019’a giderken ortaya koymak çok önemli. Programın tabandan yukarıya doğru, toplumu dahil ederek, eylemlilikle ortaya konan talepleri her aşamada somutlaştırarak oluşturulması bu siyasetin içselleştirilmesi için de bir fırsat olacaktır. Ayrıca bu programı taşıyacak, yeni toplumsal dip dalgasının temsilcilerini, bileşenlerini içeren, yeni özgürlükçü siyasetin ve ilericilerin toplum hayalini yansıtan kadroları da toplum önüne koymalıyız. Yerel seçimleri de bu yönde bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz.

Uzun lafın kısası,  Adalet Yürüyüşümüz, Türkiye’nin Saray rejimini aşması, Türkiye’yi yeniden ‘normalleştirecek’ ve ‘özgürleştirecek’ yeni bir siyasetin kurulması yönünde önümüze gerçekçi bir şans daha koydu. Toplumsal sözleşmenin toplumun kendisi tarafından, siyasetin zeminini genişleterek yazılabileceği yeni bir zemin açtı. Kurucu siyasetin ortaya çıkabileceğini somut adımlarla ortaya koydu. Şimdi yeni bir örgütlenme biçimiyle, eylemlilikle, bu eylemliliği besleyen kendi siyasi dilimizle, siyaseti rejimin dar kalıbı içinden değil dışına taşarak yapmamız gerektiği gerçeğinden doğan bu yeni siyaseti kurma zamanı.

*CHP Parti Meclisi Üyesi

İzmir Milletvekili

Editör: Haber Merkezi