Ramis Sağlam

 

Biten bir destanın son dizeleridir.

 Büyük Usta Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı’nda;

 “9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer

yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten

Ümitten ağlaya ağlaya,

Güneyden Kuzeye,

Doğudan Batıya,

Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.” diyerek son satırları yazar.

Nazım Usta, tarihe 9 Eylül diye not düşse de yanan İzmir şehrinin kızıl görüntüsü, 12-13 Eylül’de şehrin üzerini kaplayacaktır.

Portakal bahçelerinin olduğu, bugünkü Kültür Park Alanı, Kültür Parkın içindeki Aziz Stepanos Kilisesi, tek katlı yaşlı bakım evleri ve İzmir’deki Ermeni Mahallesi cayır cayır yanmaktadır.

Punta, yani Alsancak, Darağacı yani Şehitler Caddesi, Mortakya yani Kahramanlar bir baştan bir başa yanarken asıl yananın bu şehrin geçmişini bugününe taşıyacak olan halkların görünmeyen tarihi mirası olduğu çok sonra anlaşılacaktır.

Kısacası  “Gâvur” mahalleleri yanmaktadır.

OSMANLI’NIN SON DEMLERİ

Yedi düvele karşı dövüşen Anadolu halkı Afyon’dan, İzmir’e kadar gelirken, yine Nazım’ın dediği gibi ‘toprakta karınca, suda balık, havada kuş misali gibi çokturlar.’ Fakat aynı Antep Direnişinde Fransız’lara karşı ortaya çıkan “Karayılan” gibi bir tarla faresidir hepsi.

İşgal yılları zor günlerin birbirini kovaladığı günlerdir. Yüzlerce yıl birbirleriyle aynı şehirleri, aynı toprakları paylaşan, Rum’u, Ermeni’si, Türk’ü birbirine düşman kesilmişlerdir.

Kısacası ne Yunan’ın ne de Osmanlı’nın çok dikkate almadığı bu şehrin insanları artık birbirine düşmandırlar. Avrupalı emperyalistler arasında, “Hasta Adam” diye anılan Osmanlı, artık tam bir “Canlı Cenazedir”.

İzmir’in dağlarında çiçekler açmaz, sadece İzmir’in mi tabii ki sadece İzmir’in değil, bir baştan bir başa Anadolu’nun, dağlarında allı morlu çiçekler yerine, kan çiçekleri boy vermektedir.

Osmanlı’nın son demleri, yani  “Canlı Cenaze” olduğu günleridir.

1881 yılında kurulan Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi, 1939 yılına kadar dış borçları denetler. O zamanlar fonlar olmadığı için, dış borçlara verilecek vatan teminatlarını bu kurumlar belirler. Dizginler çoktan kaptırılmıştır.

Dedik ya Osmanlı artık bir “Canlı Cenaze” gibidir.  Belki, “gibi”si fazladandır. Savaşlardan, açlıktan ve yoksulluktan yorgun düşmüş bir halk ve ondan daha yorgun ve bitik bir Osmanlı Hükümeti. Kendine bile faydası olamayan, Saltanat.

Dersaadet’teki Saraya sıkışmış, halktan uzak bir Padişah! Emperyalistlerin her dediğine boyun eğen, kurtuluşu onların politikalarına boyun eğmekte bulan bir zamanların “Cihan Devleti” (!)

ÇOK KÜLTÜRDEN TEK ADAMA

“Tek millet” değil, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli beraber yaşadığımız günler çoktan geri de kalmaktadır.

Almanlarla, kol kola hatta koyun koyuna gezen Enver Paşa… Çoktan Osmanlı Devleti yerine “Enverland” olduğumuz günler.

İzmir’in de, Anadolu’nun da dağlarında çiçekler yerine bombalar konmuştur. Tıpkı yüzlerce yıl bir arada yaşayan Anadolu halklarının arasına konulduğu gibi...

İşte böyle kara günlerin yaşandığı bir dönemde, Anadolu insanı, kendilerine atfedilen, “Hasta Adam” ve  “Canlı Cenaze” söylemlerine karşı emperyalist pamuğu ile dokunan kefeni yırtmak için ayağa kalktı.

Zor zamanların, zor günlerin insanlarının kendilerine dayatılan karanlığa karşı ayağa kalktıkları günlerin son durağı İzmir’dir. O zamanlar, Manisa’ya bağlı olan Nif’i (Kemalpaşa)  geçen kurtuluş ordusu ve onun Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa Belkahve’den İzmir’e kuş bakışı bakmaktadır.

Anadolu’nun dört bir yanından toplanan Kurtuluş Ordusu, son işgalciye karşı destanın son satırlarını yazmaktadır.

Anadolu’nun ve İzmir’in dağlarında artık çiçekler açar! Bozulmuş İşgalciler o bildik marştaki gibi “yel gibi kaçar”... İzmir’in güneşi farklı sırmalar saçmaktadır. Şehitleri deftere yazıp, öksüz yavruları bağrına basan Anadolu insanı zor günleri geri de bırakır...

İZMİR’İN TRİBÜNLERİNDEN DALGA DALGA…

Türk Ordusu’nun İzmir’e girişini anlatan İzmir Marşı ile ilgili farklı kaynaklarda farklı bilgiler yer alsa da genel kanı marşın 1923 yılında Alman Besteci Kurt Striegler tarafından bestelendiği yönündedir. Bir başka kaynağa ve inanışa göre de marşın 1. Paylaşım Savaşı yıllarında Kafkasya Cephesi’ne ithafen “Kafkasya Marşı” olarak Mehmet Ali Bey veya İzzetin Hümayi Elçioğlu tarafından bestelendiği yönündedir.

İzmir Marşı’nın beste tartışmalarına 1923 yılında Alman Besteci Kurt Striegler tarafından bestelendiğini açıklamasını yaparak son noktayı 2007 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi koydu.

Son zamanlarda özellikle muhalif kimliğin dışa vurumu olarak, tekrar gündeme gelen İzmir Marşı, adeta yazıldığı o günlere atıfta bulunmaktadır.

Karşıyaka Basketbol taraftarının, Beşiktaş ve Fenerbahçe maçlarında söylediği İzmir Marşı daha sonra yeşil sahalarda yankı buldu. Bir süre sonra neredeyse tüm maçlarda İzmir Marşı, Anayasa Referandumunda “Hayır” demenin taraftar marşı oldu.

HASTA ADAM ÇOKTAN ÖLDÜ

1920’li yıllardan 2017’lere...

Osmanlı’nın son günlerinde yaşanan dış borçlanmanın katbekat aşarak 411,50 milyar dolara, kamu net borç stoku 162,90 milyar dolara, ulaşarak Cumhuriyet tarihinin en fazla dış borçlanmasına ulaşmıştır. TÜİK verilerine göre bile işsizlik oranı yüzde 12,1’lere ulaşmış, genç işsiz nüfus artık gelecekten umudunu kesmiştir. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün verilerine göre Türkiye, Çin’le birlikte yolsuzlukta en çok yükselen ülke oldu.

2011 yılından bu yana “kadro” vaadiyle kandırılan taşeron işçi, kıdem tazminatı gasp edilmek istenen işçi, iş güvencesi elinden alınmak istenen kamu emekçisinin dünyası ile hilafet, şeriat ve padişahlık hayalleri kuranların dünyaları birbirinden çok farklıdır.

Bakanlar Kurulu’nca ülkenin son kalan kamu kuruluşlarının Varlık Fonu’na devrinin altında yatan en önemli gerçek ise bu kuruluşların son kalmış devlet hisselerinin elden çıkarılarak özelleştirilmesidir. Başka bir iddiaya göre ise bu malların ipotek olarak dış borçlanmada kullanılacak olmasıdır.

Ülke geleceğinin teminatı olarak kurulduğu iddia edilen bu fonun yönetici kadrosu bile bu iddianın ne kadar gerçekçi olup olmadığını tartışma konusu haline getirmektedir.

Bugün İzmir Marşı, tribünler başta olmak üzere kötüleşen ekonomik tabloya, ülkenin gittikçe daha da derinleşen siyasal krizine ve Suriye’deki savaş bataklığına karşı söyleniyor. İzmir Marşı’nı söyleyen yüzbinlerce taraftar, tam bağımsız demokratik bir Türkiye özlemini dile getirmek için hep bir ağızdan bu marşı söylüyor.

İzmir Marşı’nı söyleyen ya da söylemeyen, burun kıvıran kıvırmayan “hayır” diyen herkesin özlemi birbirinden çok da farklı değildir. Türkiye’nin ekonomide Peru ve Arjantin gibi ya da savaşın bataklığındaki Suriye gibi olmaması ortak savunusudur.

İzmir Marşı, 94 yıl önce ister Alman Besteci Kurt Striegler, isterse İzzetin Hümayi Elçioğlu tarafından bestelensin, bugün bu tartışmanın çok da anlamı yok.

Bugün bu marş hukuksuzluğa, tek adam sistemine, derinleşen savaşa ve sömürü sistemine karşı direniş marşı olarak algılanmakta ve haykırılmaktadır.

Bugün “hayır” diyenlerin, “terörist” ilan edildiği referandum öncesinde İzmir Marşı’nın sözleri de bestesi de çok farklı anlamlar taşımaktadır.

16 Nisan’da sadece ülkenin dağlarına değil, derelerine, fabrikalarına sokaklarına, meydanlarına, üniversitelerine çiçek açtırmanın en güzel yolu mücevher taş da dâhil olmak üzere her yere “hayır” yazmak olacaktır.

Son sözü bir döneme damgasını vuran Barış Manço’nun şarkı sözleri ile son noktayı koyalım; “ Hayır Hayır, yüz bin kere Hayır inanmıyorum sana”


İZ DERGİ'YE İZMİR'DEN YA DA ŞEHİR DIŞINDAN NASIL ABONE OLUNUR? TIKLAYIN

MART SAYISI SUNU YAZISI İÇİN TIKLAYIN

Editör: Haber Merkezi