Geçen Pazartesi Karaburun açıklarında meydana gelen ve İstanbul’dan bile hissedilen deprem herkesi çok korkuttu.

Korkuyoruz! Çünkü biliyoruz ki İzmir, Türkiye’nin büyük bölümünde olduğu gibi Birinci Derece Deprem Kuşağı’nda olan bir bölge.

İzmir’de çeşitli büyüklükte deprem meydana gelmesi tıpkı yağmur ya da rüzgar gibi gayet normal bir doğa olayı.

***
Ama korkuyoruz! çünkü biz doğal olmayan işler yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. 

Kentteki yapılaşma deprem göz önüne alınarak olması gerekirken, İzmir’deki binaların yüzde 80’i dolgu zemin üzerinde yer alıyor.

Hatta, kentin en az yüzde 25’i tamamen suyun üstünde kurulu. 

Biliyoruz ki, depremin etkisi gevşek zeminde inşa edilen yapılarda en az birkaç kat daha fazla hissediliyor.
17 Ağustos 1999’da ülkemizde çok büyük bir deprem felaketi yaşandı. Günlerce televizyonlarda yapılaşma konusunda yapılan yanlışların nasıl büyük felaket ve acılara neden olduğunu izledik, kahrolduk.

Çok korkuyoruz! çünkü bütün bunlara rağmen yine de “Yeni İzmir Projesi’ni” kentin zemini en zayıf yerleri olan Alsancak ile Alaybey arasına yapmaktan bir türlü vazgeçmedik.

İzmir’in yüzlerce yıllık geleceğine uzanacak gökdelenler kentin zemini en zayıf noktalarında yükseldi.

***
Korkuyoruz! Çünkü, deprem sonrası toplanma yerlerini farklı amaçlar için kullandık.

Bırakın gidecek yerimizi, toplanacak yeterli yerimiz bile yok. 

Çoğumuzun bir deprem çantası bulunmuyor. Ayrıca, ne yazık ki ihtiyaç durumunda en yakınlarımıza bile ilk yardım yapma bilgisine sahip değiliz.

Küçük bir müdahalemizle kurtulacak olan bir yakınımız ya da arkadaşımız için saatlerce ve belki de günlerce sağlık yardımı beklemek zorunda olduğumuzu çok iyi biliyoruz.

Doğal olarak bu da bizi çok korkutuyor.

***
Çok korkuyoruz! Çünkü biliyoruz ki, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın İzmir ve Manisa için yaptığı 1/100 binlik planlarda jeolojik ve jeoteknik etütler yapılmadı.

Meslek odalarının raporlarına bu durum şöyle yansıdı:
“Birinci Derece Deprem Bölgesi olan İzmir ve Manisa’ya ilişkin hazırlanan Çevre Düzeni planında, genelgede belirtilen ve zorunlu olarak yapılması gereken jeolojik-jeoteknik etüt raporlarının hazırlanmaması ve dolayısıyla genelgede belirtilen Yapısal Jeolojinin (Bölgede etkin jeodinamik süreçleri; kıvrımlar, fay ve kırık sistemleri, genel kütle hareketleri belirtir) planlar üzerinde de yer almaması dolayısı ile planda fay hatlarının gösterilmemesine neden olmuştur.

Zira, Çevre Düzeni Planı’nda birçok yerde meskun haricinde belirlenen "Gelişme Alanları, Sanayi Alanları"nın altında fay hattı bulunup bulunmadığı bilinmemekte ve bu şekilde belirlenmiş yerleşmeye açılacak alanlarda telafisi mümkün olmayacak sonuçlara gidilmesine olanak veren bir durum söz konusudur.”

***
Her depremde, hatta her sarsıntıda korkmakta çok haklıyız. 

Gerçekleri çok iyi bildiğimiz halde onun gereğini yapmadıkça da korkmaya devam edeceğiz.

Editör: Haber Merkezi