Referandum süreci ile birlikte AKP içindeki çatlaklar, kamuoyu için görünebilir hale geldi. Erdoğan açısından, bir dönem birlikte çalıştığı kadroları, sık sık yönetimden uzaklaştırması alışılmış bir durumdur. Bu yüzden, Davutoğlu'nun Başbakanlıktan alınması bile, büyük bir sarsıntı olarak görülmemişti.

Referandum sürecindeki, evet çalışmalarında, AKP' li muhaliflerin, ilçeler bazında HAYIR çalışması yaptığı gündeme gelmişti. AKP' li belediyelerin, bir kısmının, evet çalışmasına destek vermediği ise AKP' ye yakın kaynaklar tarafından dile getiriliyordu.

AKP kurmaylarının, Pelikan çevresi olarak isimlendirdikleri grubun, evet çalışmasına katılmadığı söylentileri ayyuka çıktı. Davutoğlu'nun, görevden alınması sırasında ortaya çıkarılan Pelikan dosyasını, siyaset dünyasını izleyenler hatırlayacaktır. Davutoğlu’nun, başbakanlıktan alınmasıyla birlikte, AKP içindeki muhalifler, parti içindeki adı Hoca olan Ahmet Davutoğlu'nun etrafında toplanmaya başladılar. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve parti kurucularından Bülent Arınç’ın da bu ekibin kurmaylarından olduğu biliniyor. Kongrelere de, Erdoğan'a karşı liste çıkarmasalar da, bu grubun oldukça etkin olduğu referandum sürecinde görülür hale geldi. Muhalif ekip, evet çalışmasına destek vermediği halde, dışlanamadı. Erdoğan, bu ekibin partiden kopmadığı izlenimini vermek için çaba sarf etti.

Binali Yıldırım'ın AKP oylarının gerilemesindeki payının büyük olduğunu düşünen çok fazla partili, genel merkezi sıkıştırmaktadır. Yıldırım ekibinin kurmayları, Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül ve Bülent Arınç ekibinin partiden tamamen tasfiye edilmesini istemektedir. Ankara, İstanbul ve Denizli belediyelerine kayyım atanmasını isteyecek kadar, sert bir tavır alınmasından yana olan ekip ciddi bir yıpratma politikası yürütmektedir. Bu ekip, aynı zamanda, radikal İslamcı olarak niteledikleri, başka grup ve isimlerin de partiden temizlenmesini istemektedir. AKP’nin, ilk kurucu kadrolarının, devşirmeler, diye tanımladığı isimler bu ekipte yer almaktadır. Parti içinde, herkes Erdoğancı gözükse de, gerçek durum böyle değildir. Erdoğancılık, her grubun kendisine göre yonttuğu amorf bir hale gelmiştir.

16 Nisan Referandumunun kesin sonucu açıklanmamış olmakla birlikte, az farkla evet in kazandığının söylenmesi AKP içindeki fırtınayı artırmıştır. Yaşanan politik gelişmeler, kazanan değil de kaybeden bir partinin içindeki huzursuzlukları yansıtmaktadır. Genel merkezciler de muhalifler de mevcut siyasal koşullarda partinin bu haliyle devam edemeyeceğini söylemektedir. AKP içindeki yarılma, referandum sürecinde belirginleşmiş, mühürsüz oyların geçerli sayılmasıyla birlikte Erdoğan figürüyle, doldurulamayacak şekilde derinleşmiştir.

Erdoğan'ın AKP üyesi olmasının önü açılmıştır. AKP’nin önünde ise, yeni kriz kapıları açılmıştır. 2019 yılına kadar, Bakanlar kurulu iktidar partisi tarafından oluşturulacaktır. AKP’nin tüzüğüne göre, başbakanın AKP genel başkanı olması zorunluluğu vardır. Yani, AKP tüzüğü açısından, Erdoğan'ın genel başkan olması ve başka bir kişinin başbakan olması mümkün değildir. 16 Nisan referandumuna sunulan anayasaya göre de, cumhurbaşkanının, bakanlar kurulunu dışarıdan ataması 2019 yılındaki seçimden sonra geçerli olabilecektir. Çift başlılığı yok etmek için, ortaya sürülen değişiklik, 2019 yılına kadar çok başlılık karmaşasını, şimdiye kadar yaşanmayan bir çatışma ortamına sürüklemeye aday olmaktadır.

AKP, TBMM çatısı altında, yapmak durumunda olduğu, yeni anayasa ile ilgili uyum kanunlarını çıkarırken zorlanacaktır.  Parti tüzüğünde yapması gereken değişikliklerin, bir kısmı da iç direnç görecektir.

AKP genel kongresinin öne alınması bir seçenek olarak konuşulmaktaydı. Ancak Erdoğan, kongrenin ekim ayında yapılması halinde, olağanüstü kongre sayılmayacağını, normal kongre süreci içinde olacağını söyleyerek tavrını ortaya koymuş oldu. Geçiş süreci içindeki, çatışmalı ortamda yıpranmak istemediğinin sinyalini verdi.

AKP ve Erdoğan yönetimi, tek başlılık rejimini kurabilmek için, önce kendi bünyesindeki diğer başları etkisiz kılmak zorundadır. Bu sürece, uyum sağlayabilecek tek grup Gökçek ve etrafındaki yapıdır. Diğer grupların, tek parça halinde direnç göstereceğini hep birlikte göreceğiz.

Toplumsal muhalefet güçlerinin, süreci değiştirecek bir etkide olmadığını gördük. 23 Nisan etkinlikleri hayır protestolarına dönüşse de, beklenen yaygınlığa ulaşmamıştır. 1 Mayıs etkinliklerinin de evet grubunu sarsacak bir güçte olmayacağı bu günden görülmektedir.

Danıştay, AYM, AİHM ve AGİK süreçlerinin ne şekilde geliştiği, bu durumu derinden etkileyecek, belki de tamamen değiştirecektir. Toplumsal muhalefet güçlerinin etkinliğinin de, bu kurumlardan çıkacak kararlara göre şekilleneceği öngörüsü evet ve hayır taraflarının peşinen kabul ettiği bir durumdur.

Seçim sistemi ve siyasi iktidarın, seçim sonuçlarını istediği gibi yönlendiriyor olması, halkın düzene olan bağlarını sarsmıştır. Oy kullanarak, kendini ifade edemediğini düşünen kitlelerin, yerel örgütlenmelerle, yaşam alanlarına sahip çıkmaları önümüzdeki dönemin ayırt edici özelliği olmaya adaydır.